FEEDJIT Live Traffic Feed

ELİMDE GÜL YAZISI SAÇLARIMDA KAR

13.12.2008

ellerim cebimde
kırık dökük bir şiir dilimde
geçiyorum kıyısından tüm mahremiyetlerin

yüzüme vurup duran
yalnızlığın bütün dehlizlerinde
beni izleyen gölgenin
karanlık
öpüşleri

soyunmuş aya karşı
öç peşinde durmuş
şehrin yaşlı kalbi
şerle tütsülenmiş bakirelerin
günahlarını
dökmekte kıyısından
en yakın sahile

tastamam
kurşun döktüm
kırk kere
ve bir kere

alev alev sözler yuttum
her gece bir dikişte

saat
gülü mavi geçe
yıldızlara baktım
cinleri yaktım
dilek tutmadım
mum yakmadım
yalnız adınla
adınla avunup
inleyip durdum
boğdurmadım ite çakala
sası zamanlara
ınnin nefesinden
haset gözlerinden
tozdan dumandan
kondurmadım zerre miskal
sana

kaybolmuş aşklardan
kırpıntı akıllardan
sapsarı güneşin
ayrılık batışından
çaresiz haykırışlar
aksederken göklere

harf harf ilmikleyip
her kelimeyi
kokuladım
ve sonra
söyledim sana

şimdi
gel
beni
okşa
beni
en güzel
ismimle
çağır beni

elimde gül yazısı
saçlarımda kar
en kavî ışığınla
sevdiğim
sar
beni sar...



Mahmut ÇETİN
23.03.90 Ankara

İHTİLAÇ

soluk gözlerde
acı bir titreyişin parıltısı
kızıl köpeklerin
gece ıssızlığında
ulumaları...

gün batımından bir çizgi
geride kalan
ağaç dallarında gezinen serçenin
kanat vuruşu
esen rüzgârda...

kedi mırıltısı
ortasında
perde çekilmiş
odanın
yığınlar altında
isyan
kan
elem
ve aşk
yüklü
yırtılmış kağıtlar...

VE
kedinin mırıltısı
son defa...
tak
tak
tak...



Mahmut ÇETİN
12.04.89 Ankara

KİM BİLİR

12.12.2008















hasretin dili zehirle yıkanmış
ne söylerse söylesin güldürmez


Mahmut ÇETİN
01.05.03 Kilis

SENFONİ, SESSİZLİK, SESSİZLİK SENFONİSİ

2.10.2008

Blogdaki son yazı ağustos ayına ait idi bu geceye kadar.
Tatilde değildim. Bilinçli bir ara vermişliğim de yok. Daha doğrusu bu bir ara değildi. Bilinçli bir yazmayış. Anlatmak zor.

Debussy'nin Deniz Senfonisi'ni dinlerken dinlediğimiz -ama duyamadığımız- sessizlik, o eserdeki önemli merhalelerden birisidir. O sessizlik de notalarla örülüdür. Ama duyamayız. Ve o sessizliği, o parçadan çıkarmanın da mümkün olmadığını biliriz.

Anlatabildim mi acaba?

Esenlik Bildirisi üzerine yazılmış birkaç kelam da, yine bu gece yerini aldı tahlillerde.

EYLÜL -İKİ-

ışığı sokaklara taşan evlerde
sofra başında
dualarla bakışan gözlerin hayali
ağır bir hançer gibi
yaralıyor yüreğimi
peygamber çiçeklerinin
yalnızlığı gibi
mavi mavi
ağlıyor
firarı düşünürken hayattan
ellerimi
saklıyorum
gidişini kendimden bile


Mahmut ÇETİN
18.09.08 Kilis

EYLÜL -BİR-

sevgili
senin için gelir eylül
usulca girer içimize



Mahmut ÇETİN
17.09.08 Kilis


ÇARK

4.06.2008

Çarkın nasıl döndüğünü görmek için o çarkın dışında olmak gerekiyor. İçinde bulunduğunuz vakit, siz de onun eczasından bir cüz olmanız hasebiyle, onun ne'liği hususunda sağlıklı bir bilgiye hiçbir şekilde ulaşmanız da mümkün olmuyor.

Her ferdin direncine ve sahip olduğu donanıma göre bu yapının o fert üzerindeki tesiri de farklı şekillerde tezahür etmektedir. Bu tezahürün ortak paydası ise, zihniyetlerin soğurulması, tek tipleştirmesi ve tepkisizleştirmesidir.

Zannetmiyorum ki, tarihin hiçbir devrinde insan, fert olarak bu derece yalnızlık hissiyle çepeçevre kuşatılmış olsun. Her durumda ve her mekanda, henüz "hayatiyet zeminini" kaybetmemiş iken, fertlerin muhakkak surette tutunabildikleri, yahut tutunabileceklerini bildikleri sağlam bir dalları olmuştu. Lâkin, bugün ancak yakıcı ve kahredici kucağındadır yalnızlığın her fert.

Musa'nın (as), 'umarım ki, bir ışık görürüm', diye belirttiği hak, hakikat, vakıa, ya da her ne ise, yaşadığımız hal ile uygun benzerlikler taşıyor bence. Karanlığın ortasında, ışığı ummak.

Doğru fikir, olması gereken fikir. Ama, şunu da hemen anlamamız gerekiyor. Musa (as) bu ışığı, çark içinde aramadı, aramak istese bile bulması mümkün olmazdı.

YÂR OLUR

iftirâkınla harâb gönül
işitse ismini zâr olur
tuhaf görme halimi
neye dokunsam hâr olur

çünkü âteş-i sûzândır cismim
serâpâ sevgili
bir katrem bahre düşse
emin ol buhâr olur

görmesin gözler seni
gezme böyle işvekâr
çok karar alırsın
bu da bana âr olur

bir bilse içimde ah
kopan tufanları
bu garibe acır da
öfken bile yâr olur

düşmüşüm aşkına bir kere
bilirim yoktur çare
bu sebebten bana
onulmaz dertler hemrâh olur

bilsem ki cânımın ateşi
yakmaz nâzenin tenini
her an ardınsıra gezen
perişan rüzgâr olur

dem a dem ey sevgili
ismin leblerimle oynaş
deme ey sevgili
eller duyar da kâl olur

bir sen varsın dîlimde
hep sen varsın dilimde
başka her câna
dîl-cânım lâl olur

fehmetse şaşkın aklım
tarifsiz kederini gönlümün
o vakit saçını yolup
cinnete râm olur

vuslat baharı arzusuyla
eridi ömrümün baharı
iyi bil ki sevdiğim
yine son sözüm yâr olur


Mahmut ÇETİN
'92 Ankara

EY SEVGİLİ

21.05.2008

bal
senin dudağının bir dokunuşundan aldı
tadını
da
her derde devâ olmakta


Mahmut ÇETİN
Ankara 1992

AŞKIN ELİNDEN

26.04.2008

geceler şiir olup gözlerime düştü
iştiyâk ateş olup sözlerime düştü
bülbül şeyda olup ahzana düştü
aşkın elinden sevgili aşkın elinden



Mahmut ÇETİN
26.04.08 Kilis



MEVLÂNA DİLİYLE

Halimi takrîre kelimeler kifâyet etmez.
Sade bir âh anlatır, onu da anlayan bulunmaz.

Yahut, Mevlâna diliyle; sorana demek lazım şöyle:

"Ben ol da gör!"



ŞE-HİR

23.04.2008

soluk rüyalardan düşen korkular gibi
düştü sokaklarına şehrin, gölgesi

kovulmuş ifritlerin pörsük ellerinde
celladı oldu dehrin kavanoz piçleri

hayasızca soluk alır ıslak gecelerde
verir damarına zehrin en fecisini

heder olmuş kıymetli kanlarınız belli
satılan şehirlerin tok fahişeleri


Mahmut ÇETİN
23.04.08 Kilis

GÖNÜL İLE HASBİHAL

19.04.2008

Ben sustum. Lâkin gönül rahatlık âleminden pek uzak. Gönülde feryad u figân, kavga ve nizâ alabildiğine hüküm sürmekte.

Nihayeti olmayan dertlerin devâsı, yine dertlerin kendinde gizli.

Ey sevgiliyle haldaş olma sevdası ile yanıp yakılan gönlüm!

Hâlin sevgiliye uygun değilse, hiç yeltenme varmaya o eşsiz güzellik sahibinin huzuruna. Mest u giryân ol, dağda taş, çölde kum ol, esen rüzgârın önünde sararmış yaprak ol! Lâkin, huzurda var olma sakın! Ölüm okşarken alnını, verdiğin son nefeste aşk hükmüne sabırla, şükürle, niyazla eyvallah et! Belki o dem, baş ucunda görürsün sevgiliyi karanlıkları delen ışığıyla!

Gönül!
Yolda sebat et ki, hasta ve düşkün halde mahmûr ve ölgün bakan gözlerin, sevgilinin lal dudağının ışığının lütfuyle yine canlansın.

Gönül!
Nasıl ki, şeb-i vuslatın nihâyetinden şikâyet edersin, öyle de nihâyete erecek hicrân dolu günler. Unutma. Gaybın anahtarlarını ancak sebât edenler bulur.

Gönül!
Varlığının bedeli, bu hayal sahnesinde ancak ve ancak teni de terk etmek, cânı da. Yoksa yüzüne bakmazlar senin.

Gönül!
Söylenmedik kelâm kalmasa da cihân da, iyi bil ki daha sevgilinin gölgesinin tavsifi dahî yapılmamıştır. Nerde senin kırık dökük kelimelerin onu anlatsın!

Gönül!
Aşk vadisi, kana bulanmıştır. Sevgiliye sunabileceğin yegâne hediyye de, kana bulanmış cânından başka birşey değildir.

Gönül!
Bilâ tedbir, çok laf ettin. Gayrı sus! Gizlen! Saklan! Öyle ki, seni "yok" bile sanmasın kimse!

Vesselam!





BİR

12.04.2008

gecenin kıyısında gizlice kıldı nazâr
dîl-i mecrûh serbeser hükm ile doldu esrâr

setreylemiş sevgili hüsnünü sitâr ile
bini zâil olsa ey cân ger misli daha var


Mahmut ÇETİN
12.04.08 Kilis


BAKMAK VE BİLMEK



















Hakk şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyr eyler
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tevfiz et rahatı bul
Sabr eyle ve râzı ol
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Kalbin O'na bend eyle
Tedbirini terk eyle
Takdîrini derk eyle
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Bir iş üstüne düşme
Olduysa inâd etme
Hakk'tandır o red etme
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Hakk'tandır bütün işler
Boştur gâm u teşvişler
Ol, hikmetini işler
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Dîlden gâmı dûr eyle
Rabbinle huzûr eyle
Tevfîz-i umûr eyle
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Deme şu niçin şöyle
Yerincedir o öyle
Bak sonuna, sabr eyle
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Geçmişle geri kalma
Müstakbele hem dalma
Hâl ile dahî olma
Mevla görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Her sözde nasîhat var
Her nesnede ziynet var
Her işte ganîmet var
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Vallahi güzel etmiş
Billahi güzel etmiş
Tallahi güzel etmiş
Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş


Mâlûmudur çoğumuzun bu şiir. Hikmet dolu güzel bir şiir. Günümüz insanının birçok meselesine devâ olacak bir şiir.

Eşyânın hakîkati, aslında saklı hikmetiyle berâber âşikardır ârif olanlara. Bakışın zâviyesi ne yanda ise, eşyânın zâtının tezâhürü de o şekilde görünüyor bakana. Demek ki mesele bakışta.

İbrâhim Hakkı Erzurûmî gibi bir bakış nasib olsun bizlere...





BİR KÜLTÜR PROJESİ VE DÜŞÜNCELER

5.04.2008

Osmanlı'nın tarih kaydı hususunda ne muazzam bir ciddiyet ve mahareti haiz olduğu hususunda, vicdan ve ilim sahibi olan her şahıs mutabıktır.

Vaktiyle hunharca yapılan vesika kıyımlarından arta kalanların dahî, tüm dünya tarihini yeniden yazmaya kâfi gelecek kadar zengin olduğunu, yeni yeni yapılan çalışmalar neticesinde öğrenmekte ve bu türden gayretlerin ziyadeleşmesi ve semerelerinin de bir an evvel ilim ve irfan câmiasının tedkik ve istifâdelerine takdim edilmesi, samimi arzumuzdur.

Böyle bir çalışmanın, yakın bir zamanda Suriye'de başlamış olduğunu ve bu mühim vazifede dirayetle gayret ve cehdlerini esirgemeyen ilim erbâbının hemen hepsinin de kıymetli şahıslar olduğunu bilmek, beni ziyadesiyle memnun etti.

Aslında bu mevzuda bahsi daha evvel açacaktım, lakin kısmet bugün imiş. Perşembe günü çalışma sonrası ziyaretime gelen kıymetli arkadaşım Doç. Dr. Mehmet Ali Şimşek beyefendi ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kabacık beyefendi ile, hem yapılan çalışmalar hususunda faydalı bilgiler edindim ve hem de yirmi yıla yakın arkadaşlık bağımızın bulunduğu Mehmet Ali bey ile tekrar muhabbet etmenin zevkini tattım.

Yapılan çalışma cidden mühim ve aslında daha da fazla ciddiyet gerektiriyor bence. Çünkü Suriye ile olan bağımız, yalnız tarihi mânada değil, her sahada ve başka ülkelerle olmadığı kadar fazladır. Aslında birçok kimsenin zannettiği gibi Suriye nerdeyse ayrı bir ülke değil, arada sadece hayali bir sınırın mevcut olduğu Anadolu topraklarının bir uzantısı gibidir. Suriye tarihini, bu toprakların tarihinden yahut yaşayışından ayrı düşünmek tamamen bilgisizlik yahut artniyet sebebiyledir.

Azımsanmayacak miktarda Türk kökenli nüfusu, zengin ortak kültürü, gittikçe gelişen ticari ilişkileri düşününce, geçmişte iki ülke arasında yaşanan menfi hâdiselerin, gayrı eller vasıtasıyla ortaya konduğunun daha da ayırdına varıyoruz.

Aslında, bu açıdan düşünüldüğü vakit, bahsi geçen akademik çalışmanın boyutunun sadece bu alanla ilgili olmadığını daha da iyi anlıyor ve bu projenin ortaya konması ve hayatiyetinin devamında emeği geçen herkesi, ziyadesiyle takdir etmek gerektiğini düşünüyorum.

Tozlu kitapların arasında, binbir güçlük ve zahmet ihtiva eden elyazısı kayıtların okunmasında emeği geçen herkesin, yaptıkları işin ciddiyetini fazlasıyla müdrik ve cehdlerinin de bu yönde olduğu hususunda en ufak bir şüphe de taşımıyorum.

Yalnız, proje için ayrılan kaynak ve sâir imkânların pek kâfi olmadığını, bu işlerle meşgûl olan eşhâsın bildiği zannındayım ve temenni ederim ki, yetkili ve ilgili mercilerin bu husustaki destekleri daha da ziyadeleşsin.

IZDIRAB

29.03.2008

âşığın yakasında bir güldür ızdırâb
ızdırabsız gönül hepten hârâb
dîl-i virânımı mâmur eyle ya Rab!
ecel erişip de olmadan turâb


Mahmut ÇETİN
09.04.01 Kilis

ÂH

gönül derdi dertlerin sertâcı imiş
dermânı ciğerimde ateş-i âh imiş


Mahmut ÇETİN
30.03.01 Kilis

KURT DUMANLI HAVAYI SEVER

24.03.2008



























Kurt dumanlı havayı sever.Böyle demiş atalar. Doğru da demişler.

Etrafta bu kadar kurdun olması bize havanın dumanından dem vuruyor.

Ya da öbür türlü de baksak, havada bu kadar duman varken, muhakkak kurtlar da etrafta fırsat kollamakla meşgul bir şekilde cevelan edip durmaktadırlar sahnenin biryerlerinde.Mekânın şartları, zamanın şartlarıyla uygunlaştığı an puslu hava dağılıp yerine kavganın ve çekişmenin ortaya çıkardığı toz bulutu hakim olur. Tıpkı bulutun güneşin ışığını engellediği ve sonra çekilip gittiği gibi. Hep güneşi görürüz bulutun ardından. Bunda hiç şüphe taşımayız. Uyanık olmayı bilenler, görmeye muktedir gözleri olanlar, hiç tasa duymasınlar. Güneş bir yere gitmez.

Dezenformasyonun çoğu zaman en tesirli silahların dahi elde edemeyeceği başarılara sebeb olduğunu bilenler bilir. Gayesi, eksik yahut yanlış yahut fazla bilgiyi çeşitli vasıtalarla ve çeşitli ellerden çeşitli mahfillere bir hedefe matuf olarak yaymak diye tabir edebileceğimiz dezenformasyonun, becerikli ellerde gayet verimli olduğunu söylemek gerekir.

Dezenformasyona karşı dezenformasyonla yürütülen savaşta, tarafların elde ettikleri bilgiler, şayet doğru okuma başarılmış ise, enformasyondan kat be kat fazla olacaktır. Yakın geçmişte, Normandiya Çıkarması'nın tam bir istihbarat başarısı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Duyuların nasıl manipüle edileceğini en iyi bilen taraf kazanan taraftır. Dezenformasyona maruz kalan için de bu geçerlidir. Algılarımızın nasıl bir saldırı ile karşı karşıya olduğunu bildiğimiz takdirde, okumayı tersten yapmak bizi hedefimize ulaştıracak yahut hedef olmaktan kurtaracaktır.

Günümüz şartlarında, ki bu şartlar her türlü imkânı içine alır. (Teknolojik ve ekonomik gelişmeler, askeri durum, istihbarat ağlarındaki teknik imkan ve işbirliği, büyük maddi kaynaklar, internet, sinema, cep telefonları gibi...) hem bir dezenformasyon saldırısına uğramak daha olası hem böyle bir saldırı kurgulamak ve uygulamak daha kolay geçmişe göre. Yakın geçmişte, internette bu hususta birçok habere rastlamışızdır. Hal böyle olunca, yani dezenformasyonun akıtıldığı kanalların ziyadesiyle artması söz konusu olunca, bunları okumak ve değerlendirmek ve neticede de karşı tedbirler alabilmek hayli zorlaşmaktadır.

Bazı kanalların süreklilik arzeden bilgi dağıtma tutumları, ya da bazı kanalların çok çabuk değişen bilgi karşısındaki tutumları ilk elde gözönünde tutulmalı, bir kenara not alınmalı ve okumalar buna göre yapılmalıdır. Ancak, saldırı sahiplerinin niyetlerinin bu türde bir tutum olup olmadığını da tam olarak kestiremeyebiliriz.

Bilgi kıymetini hal ve şartlar ile kaynağına göre alır. İyi bir okuma da bizi kaynağa ulaştıracaktır.


Mahmut ÇETİN
24.03.2008 Kilis

KALBİM KIRIK BUGÜN

20.03.2008

Bugün kalbim kırık.

Soluduğum hava ciğerlerimi yakıyor. Baktığım herşey içimi burkuyor. Sebebsiz ağlamak, benim için hep olacakların habercisi oldu bugüne kadar. Sebebsiz olmadığını biliyorum elbette artık. Ama neyin habercisidir, bunu ancak takdir olanın vuku'unda öğreneceğim.

Doksan iki yılında yazdığım bir şiirin şu dizeleri zihnime takılıyor.

"kim dokunsa teninden suskunluk akar
acı diye bildiği herşey insanların
sende hergün yenilenen isimlerle belirir",

ve defalarca defalarca tekrarlayıp duruyorum bu dizeleri zihnimde.

Çaresizliğin acımasız kolları arasında kalakalmış bir garibin hissi, tüm bildikleri tüm sevdikleri göçüp gitmiş naif bir yüreğin yalnızlık hissi, dost meclisinin gönül açan muhabbetlerinden fersah fersah uzağa düşmüş birinin bedbahtlığının doğurduğu ağırlık hissi, ölümün nefesini ensesinde bilen hayat kaçkını bir canın endişe dolu yüreğinin nedamet hissi, ve daha ne kadar hüzünle bulanık his varsa, hepsini birden duyuyorum içimde bugün.

Merhum Üstad Necip Fazıl'ın büyük eseri Reis Bey'i hatırlıyorum. Mesut Uçakan'ın başyapıtı addettiğim aynı isimli filmi defalarca izlemiş ve her seferinde kalbimin titreyişine, gözümün yaşarmasına engel olamamışımdır. Bu filmde beni en çok etkileyen sahne, Reis Bey'in hapse düşüşü esnasında, bulunduğu koğuşta yapılan bir hırsızlık sebebiyle suçsuz yere dayak yiyen bir garibanın durumu olmuştu. Yapmadığı, işlemediği bir suçtan bile kendini mesul görüyordu bu zavallı. Reis Bey mahkemede bu garibin hissiyle şöyle diyecektir: Amerika’da bir suç işlense ve bütün dünyayı kaplayan bir ses sorsa: ‘Suçlu kim?’ Çıkıp ‘Ben!’ diyeceğim. Ben, ben, ben…"

İşte aynen böyle. Bugün öyle kırık ki gönlüm. Dünya'nın neresinde bir suç işlense, dünyanın neresinde bir yetimin gözü yaşarsa, dünyanın neresinde bir garibin âhı semâya yükselse, "benim", diyeceğim. "Tüm bunların müsebbibi benim. Tek suçlu benim!"

İdamlık genç şöyle diyordu Reis Bey'e: "Etmeyin Reis Bey! Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz. Siz, merhametten yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerine göre haklısınız. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin gönlünüzden. Buz çölünde yol alıyorsunuz. Reis Bey! Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim."

Yaşadığımız hayat, buz çölünde sürdürüyor hükmünü. Kalplerimizin mühürlü olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu bilgiyi kendimizden bile gizlemeye yahut kaçırmaya gayret etsek de, bunun mümkün olmadığını biliyoruz. Unutuyoruz. Unutmayı seçiyoruz. Rahmetin gönüllerden pek uzak olduğuna, her gün yaşadığımız hadiselerle çokça şahid oluyoruz.

Gördüğümüzün ötesindedir asıl görmemiz gerekenler. Ama gördüklerimizi bile görmemekte direniyoruz. Halbuki, insanın mühim hususiyetlerinden birisi, hatta en mühimi onun şâhid olabilme kabiliyetine sahip olması değil mi? Peki şâhidi olduğumuz hayatın, şâhidi olduğumuz ahdimizle ne kadar âlâkalı olduğunu düşünüyor muyuz?

Kalbim kırık bugün. Hem pek kırık. İnceden inceye sızlayıp durmakta. Ateşler içinde. Titremekte.

Mahmut ÇETİN

DUA

15.03.2008


aktıkça bulanan çağda
her mazlumun ahında
akıp giden kanların
öcü yeşertsin zemini


Mahmut ÇETİN
15.03.2008 Kilis


BİR HÂTIRA

13.03.2008

Yine hâtıralar yumağından bir hâtıra meşgûl etti bugün beni.

Uzun zaman oldu. Doksan dört yılının yaz günlerinden biriydi. Şehrin bunaltıcı havasından bir nebze olsun uzaklaşmak, zihnimizi ve ruhlarımızı tabiatın güzellikleriyle süsleyip ağırlıklarımızı üzerimizden atmak gayesiyle, kalabalık bir arkadaş grubu olarak, Kurtboğazı Barajına gitmiştik.

Neşe ve muhabbetle geçen bir yolculuk sonrası baraja vardık. Uygun bir mekân bulup, lâzım olan eşyaları ve dahî erzakı yerli yerince koyuverdikten sonra, herkes toplanıp bir süre oturmuş ve koyu bir sohbete dalmıştık. Neden sonra ben, yanıma radyomu da alıp gölet kıyısında yürümeye başlamıştım. Fazla uzaklaşmadan, ardımdan gelen sese dönünce, dostum Cafer'in de benimle beraber gelme arzusuyla hareket ettiğini görmüş, onu beklemiş ve radyodan yayılan sanat müziği nameleriyle beraber çevrenin güzelliğini seyrederek epeyce bir mesafe katetmiştik.

Büyükçe bir kaya bulup üzerinde oturduk ve radyodan yayılan müziğin güzelliğiyle beraber çam kokularını duya duya, çeşit çeşit kuşların cıvıltısıyla gözlerimizi kapatıp her birimiz kendi içimizde derin hayallere dalmıştık.

Çok geçmeden bir feryat işittim. Biraz dikkat kesilince, az önce yanlarından geçtiğimiz orta yaşlı bir erkek ile on üç on dört yaşlarında bir kızın tuhaf hareketlerle suyun içinde batıp çıktıklarını gördüm. Daha doğrusu epeyce uzak olduğu için net olarak ne yaptıklarını göremedim ama içimden bir ses bana bunun iyi bir durum olmadığını söylüyordu. Birkaç saniyelik bir tereddütün ardından hemen Cafer'e seslendim ve onun da bakmasını istedim. Cafer onlara sırtı dönük bir halde idi.

Daha fazla beklemeden koşarak yanlarına gidince, hadise net olarak ortaya çıktı. Küçük kız suya girmiş ama ya iyi yüzme bilmediğinden yahut mile saplanmış olduğundan, çırpınıp duruyor, başı suya batıp çıkıyor ve kolları havada çırpınıp duruyordu. Babası olduğunu düşündüğüm şahıs da telaşlı bir şekilde suya giriyor birkaç adım attıktan sonra tekrar geriye dönüyordu. En sonunda kıza ulaştı ama iş daha da kötü oldu. Çünkü kızcağız can havliyle babasına sarılınca, bu defa her ikisi de suya batıp çıkmaya başladı.

Ben daha fazla vakit kaybının her ikisinin de hayatlarına mal olacağını anlayınca, hemen kemerimi çıkardım. Bir ucunu Cafer'e verdim ve suya girdim. Lakin kazazedeler başlarda pek açıkta değilken, şimdi kıyıdan epeyce uzakta idiler. Ne kadar uzanmaya çalışsam da, elimi babanın eline yetiştiremedim. Neyse ki, bizim gibi gezmeye çıkmış olan bizden birkaç yaş büyük bir arkadaşımız durumu gördü. Kıyıdan Cafer'in elini tutarken, Caferle benim bağımı da kemer sağlıyordu. Son bir gayretle uzandım. Su burnuma kadar ulaşmıştı. Ayağımın altından taşların kaydığını, yer yer mile battığımı hissediyordum. Nihayet elinin ucundan tutuverdim ve olanca gücümle çektim babayı.

Yavaş yavaş daha sığlığa doğru ilerlerken, baba kendini emniyete alınca onu bıraktım ve kızı yakalayıp sudan dışarıya Caferle beraber çıkardım. Her ikisin de yüzünde ölümün kıyısından dönmüş olmanın o tuhaf şaşkınlığı ve korkusu rahatlıkla görülüyordu.

Her ikimiz de kazazedeleri kontrol ettik. İyi görünüyorlardı. Hatta bir iki dakika sonra, baba kızına bağırmaya başlamış, kız ağlamış ve arkalarına bile bakmadan öylece uzaklaşıp gitmişlerdi. Tek kelime etmeden. Yüzümüze bile bakmadan.

Cafer ve ben de tek kelime etmedik. Sadece birbirimizin yüzüne bakıp öylece durduk kısa bir süre. Daha sonra ıslak elbiselerimle, su dolu ayakkabımın içindeki suyu bile boşaltmadan öylece, grubun bulunduğu mekâna doğru yürüdük.

Tek kelime etmeden. Radyoyu kapatarak.

Bu hadise beni bayağı etkilemişti. Çünkü, insanın karakterinin en net olarak ortaya çıktığı zamanın, tehlike anlarında olduğunu çok iyi kavramıştım. Ve bu hâdise sonrasında, insanların karakterini kavrama hususunda bir meleke oluştuğunu hissettim kendimde.

Tuhaf ama öyle.

DURULMAK

7.03.2008


Son cemreyle beraber baharın eteklerinden de tutmuş olduk. Tomurcuklanan dalların görüntüsü, uykusundan yeni kalkmış bir güzelin mahmurluğu gibi tıpkı. Bazı şahısların güzelliği ilk uyanışında daha da ziyadeleşir. Bunu biliriz çoğumuz. Bahar da öyle. Tazelik ve güzellik, hem gözlerin hem kulakların ve dahi koku alma hassamızın bayram etmesine sebeb oluyor.


Tabiatın bu uyanışı nasıl ki biz insanlara müsbet tesirde bulunuyor, aslında her yeni halimizin de içimizde bir bahar tazeliğiyle uyanışları doğurması gerekir diye düşünüyorum.

Bu sebeble, son günlerde bakışımı içime çevirmeye karar verdim. Daha doğrusu bu işi daha da yoğunlaştırmak gerektiğine kani oldum yaşadığım bazı hadiseler sebebiyle. Ve gördüm ki, "nokta" ile temasımı kurduğum anda, tüm ağırlıkların üzerimden kalktığını hissettim. Üç gündür bu temrinleri yoğunlaştırarak yapmaya devam ediyorum ve biliyorum ki, çok fazla sabır gerekiyor.

Uzaklarda, ufkun hafif bulanık görüntüsü, yeşillenen tabiat ve sokakta oynayan çocukların bağırışmaları duyuluyor. Kuşların uçuşlarındaki değişimi gözlüyorum. Güneş semamızı terketmekte acele etmiyor.

Ve içimin ürpertisi, adını koyamadığım tuhaf bir hisle kendini iyice belli ediyor.


ALDANIŞLAR

3.03.2008

Aldanışların kurbanıyız hepimiz.


Külliyen aldanıştan ibaret olan dünyada, gözün gördüğünden ötesini görebilen kurtuluyor sadece.

Vicdan diye bildiğimiz hassanın son tutamağı olan ar duygusunun insanları hepten terkettiği şu günlerde, bile bile ve hatta hissiyle ve bilgisiyle donanmış olduğu halde, hâlâ insanın bu aldanışlar pazarında sermayesini berhevâ etmesini, hangi akılla, hangi izanla, hangi bilgelikle izah etmek gerekiyor acaba? Ya da en doğrusu, geçerli bir izahı var mıdır acaba bunun?

Bilginin bütün metâlardan daha kıymetli olmasının yanında, en değersiz ellerde bulunmasının garâbetini, hangi geçmişle, hangi kültürle izah edebiliriz?

Nesli belirsiz ucubelerin halk nazarında pek yüksek kıymetleri haiz olduğu vakıasını, hangi fikirle izah etmek mümkündür acaba?

Ve hatta böylesi şahıslarla karabet kurmak uğruna, yahut onu bir kerecik görmek uğruna, yahut bir an dahî olsa onun bedenine dokunmak uğruna binbir türlü fedâkarlıktan zerre miktarı çekinmeyen yığınların, aynı hassasiyetteki cehd ve gayretlerini, ulvî, millî, ahlâkî meselelerden esirgemelerini, hangi insanlık meziyyetine sığdırmak gerek acaba?

Aslındaki ve zâtındaki necaseti görmeden, kendini kerâmet menbaı ilan eden tıyneti bozuk şahısların kendi aldanışlarını bir nebze anlayış kefesinde dengesiz de olsa tartabilirsek de, bu tiplerin ardınca âdeta bir mürid edâsıyle ve yaşayışıyle hayatını adayan, ruhlarındaki ufunetin cesetlerine sirayet ettiği bir takım denî eşhâsın bu tavırlarını hangi akılla ve izanla izah etmek mümkün acaba?

"Bizi aldatan, bizden değildir", buyurulmuş. Aldatan aldandığı için aynı zamanda, aldanış içindekilerin de "bizden" olmadığını rahatlıkla anlayabiliyoruz bu kavil gereğince. Aldanmıştır aldatan, çünkü yaptığı tercih makbûl olan tercih değildir.

Günlük hâdiselerin dağdağasında yitip giden diri bakışların ferini alan, yine insanın kıymetsiz şeylere karşı yaptığı yanlış tercihlerdir. Bu tercihlerin doğurduğu hayatları sürenlerin; farkında olma, basiret hali gibi zenginliklerden de mahrum olmaları, hakikatten nasipsizlenmeleri talihsizliğine de düçâr olacaklarını anlamak gerekmektedir.

Halihazırdaki ahval üzre sürüp giden hayatların yalancılığının aynı zamanda hayli bulaşıcı nitelikte olduğunu da az bir dikkatle kolayca fehmedebiliriz. Bu sebeble, zikredilen tehlikeden berî olmak için, bol bol dua ile duru bir niyet içinde bulunmalıdır insan.

Aksi halde, hayatının tümü aldanışın kucağında geçtiği halde, farkına bile varamamış olmak, hiç de muhal değil.


Mahmut ÇETİN
03.03.2008 Kilis



LÜTFEN HAKKA HÜRMET EDELİM!

28.02.2008

Mümkün olduğu kadar hak sahiplerinin hakkını teslim etmeye hakkım olmayan şeylerden de uzak durmaya çalıştım bu güne kadar. Çünkü hakkın kudsiyetine inandım. Çünkü hakkın, ancak ve ancak sahibiyle hayatiyeti olduğuna, sahibinin haricinde yahut sahibinin rızası haricinde her ne şekle girmiş olursa olsun hayatiyetini yitirdiğine inandım. Ve buna sebep olmanın da büyük mesuliyet getirdiğini, hatta öyle ki, Yaratan tarafından dahi hiçbir şekilde affedilmediğini öğrendim.

Yaklaşık on gün evvel bir sitede AĞLAMAK isimli yazımın büyük bir kısmının aynen alıntılandığını ancak alıntı olarak belirtilmediğini, isim ve link verilmediğini görünce doğrusu üzüldüm. İnsanları sözle bile olsa incitmek adetim olmadığından, bekleyip, bu hatanın düzeltilmesini umut ettim. Ancak, iki gün önce başka iki sitede de aynı yazımın alıntılandığını, isim yahut link verilmediğini görünce bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Kimseye sözüm yok. Kimse bu yazılardan alıntı yapamaz diye notum da yok. Ancak hakkının saklı olduğunu belirtir bilindik ibare, sayfanın en altında mevcut. Benim itirazım, yazının sanki alıntıyı yapan şahsa ait imiş gibi yer alması mezkur yerlerde. Bu ayıp birşey. Bu cidden ayıp birşey. Elbette herkes başka sitelerden yararlanabilir, kaynak olarak kullanabilir. Ama, en azından bir link yahut isim verilmeli değil mi? Hadi izin almayı bir kenara bıraktık.

Bu arkadaşların bu yazıyı okuyacaklarını biliyorum. Ve ben onlara ulaşmadan bu meselede doğru olanı yapmalarını umuyorum.

Hakkı, hak sahibine teslim etmek, hakkaniyetli olmak, her şeyden evvel insanlığın şiarından değil midir?

Lütfen, hakkınızı koruyunuz, hakkınızı koruduğunuz gibi, başkalarının haklarına da hürmet ediniz.


TOPLU HİPNOZ YAHUT HAADİ BE!

25.02.2008



Uzunca bir zaman evvel, sıradışı hususiyetlere sahip bir arkadaşımın, mutad hale gelmiş bir sohbet ortamında, muhabbetin tam ortasında "haydi sizi hipnoza sokayım!" cümlesini sarfetmesiyle, herkesi tedirginlikle zincirlenmeye çalışılan bir merak hissi kaplamıştı. Hazır bulunanların çoğu hipnozun ne olup olmadığı hususunda az çok mâlumâta sahipti. Bu işin öyle hafife alınır bir tarafı olmadığını hatta acemi ellerde tehlikeli sonuçların görülebileceğini de biliyorduk en azından.

Ben pek hevesliydim ve ilk olarak bana uygulasın istedim hipnozu. Ancak benden daha heveslisi de vardı. Neyse, odanın sessizliğinde sadece arkadaşın tok sesi ve hipnoz cümleleri duyuluyordu. Biraz sonra, denekin hipnozun etkisinde olduğunu rahatlıkla anlıyorduk. Kısa sürdü. Ardından sıra benimdi ve pek hevesli bir şekilde arkadaşın derinden gelen sesine ve kara kaşlarının gölgesinde daha da karalaşan kara gözlerine teslim ettim kendimi. Lakin, benim bilmediğim birşey vardı. Ben hipnoz için uygun değilmişim. Arkadaş ne kadar uğraştıysa da, bir türlü olmadı. Telkine pek açık olmadığımı söyleyerek, beni üzdü. Aslında o zaman bir süre için bunun bir eksiklik olduğu hissine bile kapıldım nedense. Herkesin var benim niye yok, gibi yani. Ama işin aslı başka imiş. Daha usta bir elde, biraz daha zorca da olsa ben de hipnoz edilebilirmişim, dedi en son.

Bugün, televizyonlarda sık sık karşılaştığımız bir reklamı izleyince hatırladım bu hâdiseyi. Büyük bir bankanın reklamı. İnsanların tepelerinde arabalar, bilgisayarlar, cep telefonları falan uçuşuyor ya hani. Bir de geride, dinleyenleri jiletle haşır neşir olan şarkıcının boğuk sesi. Bildiniz. Evet. İşte o reklam ve o şarkıcının tekrarlayıp durduğu iki kelime.

Hipnozun bu kadar alenî ve geniş kitleleri ihâta edecek şekilde yapılması kime ne kazandırıyor, kime ne kaybettiriyor? Hatta bunun da ötesinde, bu iki kelimenin ifade ettiği geniş manânın içine neler dahil ediliyor, edilebilir, edilmekte, edilecektir?

Tuhaf ama, bu reklam bana çok açık bir şekilde, başka mesajlar içeriyor gibi geldi.

Ama ne?


EYVALLAH!

20.02.2008

Biliyorum. Sevgili merhamet diyarının sakinlerinden değildir. Bu yüreğin çırpınışları beyhûdedir. Sürmenin kör gözlere ne faydası var ki!

Delilik yahut rüsvay olmuşluk, umurundamı zannediyorsun mecnûnun! Bir kere bu yola girdin mi, peşinen kabullendin demektir zaten bunları. Vazgeçmek mi? Nasıl olsun? Hiç zenci, yıkamakla beyazlaşır mı?

Halkın zannı kendine aittir. Zan sahipleri zanlarından da yine kendileri mes'uldür. Ve zannın hükmü de herşeyi bilenin hükmü yanında koca bir hiçten ibarettir. Öyleyken, ha deli olmuşum ha veli. Biz bizi sevenin, biz bizim sevdiğimizin hükmüne gönül bağlamışız. Hüküm ona aittir. O lâl dudağından belâ da verir, şifâ da. Vallahi, belâya da canımız kurban şifâya da...

Kınayanın kınamasından korksa idik, ayıplanmaktan yahut rüsvay olmaktan çekinse idik, o gülün yapraklarının her kıvrımına, bin cân fedâ etmek ahdinde bulunur muyduk hiç? Biz ahdimizde sâdığız. Sevgili de ahdini unutacak değil elbet!

Ahdinin hediyyesi kâh zülfünün belâlara garkeden zulmet dolu kıvrımları, kâh güneşi dahî haclinden sarartan göz kamaştırıcı zarif tebessümleri olur.

Öylesi de hoş, böylesi de...

Yeter ki, Sevgili nazarını düşürsün üzerimize...

SUYUN ALTINDAN MEKTUP -NİZAR KABBANİ-

17.02.2008

dostumsan şayet
bana yardım et
sana varmak için
yahut
sevgilimsen
yardım et şifa bulmam için

bilseydim eğer sevdanın
tehlikeli olduğunu cidden
sevmezdim
bilseydim eğer denizin
derin olduğunu gerçekten
yüzmezdim
ve eğer bilseydim nihayetimi
başlamazdım

kaviysen eğer
beni çıkar bu denizden
çünkü yüzme sanatını
bilmiyorum ben

gözlerindeki mavi dalga
sürüklüyor beni derinliklere
mavi
mavi
yok başka birşey
mavi renkten başka
ne aşkta tecrübem var
ne sahibim bir kayığa
eğer senin için
varsa
bir kıymetim
tut elimden
çünkü
aşığım ben
baştan ayağa

nefes alıyorum suyun altında
boğuluyorum...
boğuluyorum...
boğuluyorum...


Çeviri: Mahmut ÇETİN
25.11.06 Kilis

GİDEN SEVGİLİYE MERSİYE

kanı çekilmiş çocuk yüzlü dilberdin
fecre dökülen ilk ışıkların aydınlattığı
titrek bir tebessümdü tek verdiğin
okşarken ölümün soğukluğu alnını

her sabah, altın gülüşün ışıtırdı yeryüzünü
bazen kuşlarla dolaşırdın, dudağında şarkılar
mavi göklerden melekler süzülürdü
ve seni dinlemeye gelirdi, hayran ruhlar

hayat, kudurmuş bir deniz gibi
alıverdi diplere girdabiyle seni
dikene düşmüş narin bir kelebek misali
çırpınıp durdun acıyla, yıllarca sevgili

geldin, bir dağ gibi durdun karşımda
öylece umarsız, sevinçsiz yüreğinle
bilmedin kim sever, kim vurgun sana
yaşarken gri bir hüzün bulutu yüzünde

ne doygunluk buldun ne bir zevk dünyada
elemle yoğrulmuş hamurun senin
hep bir nûr aradı gözlerin boşlukta
sonunda yorgun düştü incecik tenin

sessizce kayboldun, gözlerden habersiz
şimdi, yanağından öptüğün ak dağlardan
al gelincikler kaldı, biteviye fışkıran
bir de hayâli gözlerinin; iri ve fersiz

kime ne, senden bir yol çıkarmış aşka
beslenirken arsızlıkla pörsümüş bedenler
kime ne, aşkınla hayatım dönmüş tûfana
ölüm döşeğinde bile, kabarıkken şehvetler

geceye gizini veren kokusu kaldı saçlarının
keskin acılarla kana bulanmış dudağın
ve sen kayıp giderken, başın hülyâlı
virân bir akılla bıraktın bu âşığı

bir güz akşamıydı, ansızın solan güneşle
incecik bir tüy gibi, devrildi zarif bedenin
çıldırdı herşey; ay, güneş, aşk, gece,
ve ben şimdi sevgilim, sınırındayım cinnetin.



Mahmut ÇETİN
23.09.94 Ankara

ÂB-I HAYAT

16.02.2008

seher vakti bir ney sesi
ahu gözlü sevgiliyi
tutup sarı perçeminden
sonsuzluğa sevkeyledi

hayal mi hakikat mi
efsun dolu sinesini
aşkın yedi vadisinde
ateşlere garkeyledi

gözler gördü gönül sezdi
bu bir demdi böyle geçti
ab-ı hayat çeşmesinden
sevgiliyi bilen içti.



Mahmut ÇETİN
11.10.06 Sivas

ANKARA'DA YAĞMUR

10.02.2008

gidenler_ankara'da yağmur

"... 10:35

Akçağ Kitapevi karşısındaki pastanede...

Pandora'da (sonradan Köksallar oldu) iki peynirli poğaça ve ılık bir fincan çay. Sarı ışıklı tentenin altında kırmızı, kirli, yer yer tavsamış örtüyle alelade düzenlenmiş yuvarlak masanın üzerinde şekerlik, küllük, bej renkli fincan ve yeni satın alınmış kitaplar, fotoğraf makinesi, bir paket henüz açılmış sigara ve gözlerimin önünde, hızlı adımlarla, donuk yüzlerle sokağı geçip giden şemsiyeli, şemsiyesiz, aceleci, biryerlere yetişme ve yağmurdan korunma güdüsüyle koşuşturup duran bir yığın insan.
Yağmur insanlar kadar aceleci değil. Hafifçe ıslatıyor sadece. Tentenin üzerine düşen damlaların melodisine, Barış Manço'nun uzaklardan gelen belli belirsiz duyulan bir şarkısı karışıyor...

Unutma ki dünya fani
Veren Allah alır canı
Ben nasıl unuturum seni
Can bedenden çıkmayınca

Yağmur damlalarının tenteye düşerken çıkardığı hafif tempolu melodi ve bu şarkı, havadaki kurşuni rengin ağırlığını ve hüznünü arttırıyor. Yağmurun dinmesini beklemiyorum. Hesabı şekerlik altına bırakıp, biraz evvel izlediğim insanların arasına karışıyorum..."

Onsekiz nisan ikibinbir tarihini atmışım bu yazının altına. Ankara'nın o bilindik bahar havalarından birinin daha tanıklığını, yazıya dökmüşüm.

"Bahar geçiyor ve biz göçüyoruz" diyor Cemil Meriç.

Evet, baharlar geçiyor ve biz göç mevsiminin hüznüyle geçen günlerin hüznünü birlikte yaşıyoruz. Günlerin eteğinden tutup, bırakmak istemiyoruz, gitsin istemiyoruz. Lakin sürüklenip duruyoruz ardı sıra gidenlerin.


Yorgunum. Gözkapaklarım son direncinde. Uykunun sükûnetle bezeli koynuna göçecek birazdan. İçimizdeki hüzne göç de, tıpkı böyle uyur gibi sâkin, sessiz ve derinden olacak.

Her bahar yağmur yağacak, her bahar devam edecek göçüp gitmeler...


Mahmut ÇETİN


ALERDE

8.02.2008

olmuş olmazdı hiçbir şey
Sen olmasaydın
ben olmasaydım eğer
olmuş sayılmazdı hiçbir şey

Sen dememle
Sana sınır çizmem de senden
sınır çizmemin küstahlığını bilmem de
ama yine
ben demiş olmam da Sen

bu nasıl bir iş böyle
anladım
hem müşahhasım hem mücerred
hem kapkaranlık ışığım

görmeden gördüğüm
görüyorken beni
beni görenin görmesiydi gördüğüm

acziyetim kudret
gaybiyetim varlık
bir noktada sırlanmış bütün boyutlar


Mahmut ÇETİN
'93 Ankara


THE LIGHT OF SHADOW

sevdiğim
devriliyor güneş
devriliyor bedenim
dağları taşır da
bu isyanı çekemez
sıkletim

ah cinnet!
yalnızlığın kızkardeşi
pazarlık değil niyetim
izin ver
gölgende olayım
bir nefes kokun bir katre teselli suyu
dudağından
al
işte gözlerim

sevdiğim
devriliyor bedenim
devriliyor güneş

uzat ellerini
yoksa düşeceğim


Mahmut ÇETİN
04.12.93 Ankara

EY SEVDİĞİM

3.02.2008

ürkek bir ceylan gibisin
hayaller ötesinde ışıklara bürünmüş
bir ney sesi kadar hazin
sesin
yüreğimde kanlı bir öpüş

hayat
girdapta ölçüsüz sevişmedir
acılarla
sükût
bir noktada kuşatılmış hayretin
aksidir
dipsiz kuyularda

aynalarda aradım sesini
düştü peşine ayrılığın
gözlerimin gölgesi

her bahar güle taşındım
gözyaşım yıkadı bedenimi

ey sevdiğim
dinle burda çığlığını yüreğimin

göğsümde buram buram
seher yeli esintisi
zihnimde sen

bir dudaklık yer bırak bana
öpeyim
kalbinden


Mahmut ÇETİN
'91 Ankara



SEVGİLİM


sevgilim, sevgilim, sevgilim
hem sefasın gönlüme, hem elem
bildiğim ne varsa ömrümce
senden gayrısı hep vehim
sevgilim, sevgilim
sevgilim...


Mahmut ÇETİN
'97

HALİL İBRAHİM SOFRASI - BARIŞ MANÇO

30.01.2008

gidenler_barış_manço


İnsanoğlu haddin bilir kem söz söylemez iken
Elalemin namusuna yan gözle bakmaz iken
Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına
Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok

Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına

Daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken
İsmail'e inen koç kurban edilmemişken
Bir kavga başlamış ki nasip kısmet adına
Kapağı ver kulpu al kurbanı hiç soran yok

Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası
Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok

Alnı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
Nefsine hakim olursan kurulursun tahtına
Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına

Halat gibi bileğiyle yayla gibi yüreğiyle
Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler
Buyurun siz de buyurun
Buyurun dostlar buyurun

Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
Dalkavuklar etrafında elpençe divan dursa
Sapa kulpa kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok

Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok

Hiç hatırımda yokken yazdım bu mânâ dolu şiiri buraya. Hayli yoğun bir günün yorgunluğunu atmak gayesiyle, bir yığın kasetlerin arasından rastgele seçtiğim Barış Manço'nun bu şarkısı hem bu büyük sanatçıyı hatırlamama hem de çocukluk hatıralarıma uzanmama sebep oldu.

Bu şarkıyı ilk ne zaman dinledim bilmiyorum. Ancak, siyah beyaz televizyonda Barış Manço'yu dinlerken kemerinin stüdyo ışıklarıyla nasıl da parıldadığını ve uzun pelerinini eliyle şöyle seri bir hareketle omuzunun üzerinden nasıl geriye doğru attığını hatırlıyorum. Bu şarkı, Barış Manço'yu Barış Manço olarak bilmeme sebep olmuştur.

Ha, bir de "Hal Hal" isimli şarkısı var.

Ayağında gümüş hal hal
İnce nakış gümüş hal hal
Yavru ceylan gibi kaçar
Seke seke çaydan geçer
Nazo gelin ayağına takar

derken, parmaklarıyla seke seke kelimelerini ifade etmek için yaptığı o tuhaf hareketleri hatırlıyorum. Tuhaftı ama yakışırdı o'na. Bir başkası yapmış olsaydı o hareketleri bayağı gülünç olur gibi geliyor bana. Ama, O'nun âlâmet-i fârikası olmuştu, o jestleri, mimikleri ve çeşit çeşit takıları tabii.

Tam dokuz yıl geçmiş ebediyete irtihal ettiği günden bu yana. Dokuz koca yıl.

Tam bir sanatçı idi Barış Manço. İçinden çıktığı cemiyete ait olmaklığı bir zül değil, bir kazanç addeden, müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi eblehliklerden uzak durmasını becerebilen, büyüklüğüne rağmen büyüklenmeyen, yükselmenin, üzerine bastığı zemine hürmetten geçtiğini anlayabilmiş, güzel bir insan idi.

Saygıyla anıyoruz.

Mahmut ÇETİN

GEL

28.01.2008


gel ey sevdiğim
gel ey nazenin
bağladım gözlerini gecenin
bir benim yüreğim uyanık
bir de senin


Mahmut ÇETİN
28.01.08 Kilis

AYN ŞİN KAF

hangi dar geçitte bıraktın aşkını
soyunur gibi karanlık geceden
dürülürken düşler kucağında sükûtun

neden sitemle yoğrulu sözlerin
kırık bir güz sabahı
doğumunla hüzne bulanıklığın için

nasıl över tutulmalarına karşın dudağın
en donuk hislerini ayırarak
bakakalırlılığını sevdiğinin

ne varsa biriktirdiğin kaslarında gerip
uçması gibi kuşların ıslak havada
hepten uzak kederlere uzanır öpmen

kim dokunsa teninden suskunluk akar
acı diye bildiği herşey insanların
sende hergün yenilenen isimlerle belirir

irileşirsin
soluğunun ateşiyle
yedi kat semayı
yakarsın

taşların çığlıklarını duyan yalnız sen
denizin köpük köpük cinnetini
kupkuru dudaklarından alan
gümüş göğsünde güneşler saklayan
bir zerrede fezayı yakan
yine sensin


Mahmut ÇETİN
'92 Ankara

SEN


biricik güzel sensin rûy-i zemînde
gül diye kokladığım yalnız sen
kitab-ı aşkın her cümlesinde
evvel de sensin âhir de sen


Mahmut ÇETİN
28.01.08 Kilis

NEYLEYİM


seni aklım bildi ruhum da
gönlüm hepten gördü
ama kader
ne gönül koydu ne ruh
ne onu bildi ne bunu


Mahmut ÇETİN
10.04.01 Kilis

SENİ BİLİYORUM, BENİ BİLDİĞİNİ DE SENİN

27.01.2008


Senin beni bildiğini biliyorum. Benim seni bildiğimi bildiğini de biliyorum. Nerde olduğunu, ne işle meşgul olduğunu, ne hâl üzere olduğunu, neler yaşadığını, kimlerle yaşayamadığını, kimlerle kavga ettiğini, kimler tarafından üzüldüğünü...


Seni görmüş değilim. Seni görüyor da değilim. Ama emin ol ki, seni her halinle biliyorum. Hangi hayatın içinde olduğunu da biliyorum. Yaşadığın hayatın düşündüğün hayat olmadığını da biliyorum. Buna senin sebeb olduğunu da sen biliyorsun. Benden uzun zaman sonra haberdar olduğun günün, seninle ilk konuştuğumuz gün olduğunu farkettin değil mi?

Naz illerinde bırakıp gittiğin kişilerin, seni ne diye OLUR olmaz insanlarla muhatap ettiklerini, soğuk diyarların içinde kaybolup gitmiş sarıbaşak'lar gibi solup gittiğini, yağmurlarla dolu şehirden ayrılışının aynı zamanda hayatının seyrini de değiştirdiğini, senin bildiğin gibi, ben de biliyorum.

Tuba'nın dallarına tutunduğumuz o günlerin, kıymetli hâtıralarını iyi bil ve anla ve fikret ki, merhamet değildi senin benden onsekizimde istemen YÜREKDEDE olgunluğunu. Kaldı ki, yine de en olgun ben oldum. Bugün düşünürsen eğer insaflıca.

The first cut is the deepest.

Bu şarkıyı her dinleyişimde, aklıma düşen sensin. Eminim ki, senin de öyledir.

gözlerim hâlâ sana giden yolda,
"yok" oluşunu bilmeme rağmen.


AYRILIK

لو لا مفارقة الاحباب ما وجدت
لها المنايا الي ارواحنا سبلا

"eğer dostların ayrılığı olmasaydı
ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı"










Nerde, ne zaman, ne diye kaydetmişim bunu defterime hatırlamıyorum. Kime ait olduğunu da unutmuşum.

Ayrılık hakkında çokça düşünülmüş, söylenmiş, yazılmış. Her insanın bu vakıa hakkında az veya çok muhakkak söyleyecek sözü vardır.

Kimi türkü yapıp dillendirmiş hissini, onu ateşten oka benzetmiş. Kimi ayrılığı aşkın bizzat kendisi yapmış.
Her ayrılık içinde bir vedâ barındırır mı? Ya vedâ bile edilmeden yaşanan ayrılıklar?

Ayrılık acısını ölüm acısıyla denk tutan da var, ve hatta ölüm acısından daha ağır hisseden de. Öyle ki;

"senden ayrılmak yerine,
her an bin kere ölmeyi yeğlerim"

diyecek kadar ileri gideni nasıl anlamalı insan?

Ayrılıklardaki acının, elemin, kırıklığın, ümidin ve ümitsizliğin, yangının nedir kaynağı?
Neden bu kadar acı verir insana ayrılmak?
Bir terk midir ayrılık? Zorunlu bir terk mi?
Neden ayrılır iki seven birbirinden?
Bu acı tek taraflı mıdır aynı zamanda acaba?
Bırakıp giden mi acı duyar terkin kucağında yanıp yakılan mı?

Belki de aşkın fıtratında olmazsa olmaz bir kanundur ayrılık. Âşık için de mâşuk için de bir imtihandır belki. Belki aşkın nemâsıdır, hayatiyetini sağlayan bir esastır. Öyle ki, bazıları visâli, aşkın ölümü olarak dahi addetmiştir. Çünkü ona göre, ayrılıkta her zaman bir visâl ümidi vardır, kavuşma hayali hep mevcûttur. Ancak visâlde de her zaman bir zevâl korkusu duyar âşık olan. Ya kaybedersem?

Ayrılık acısını visâl ümidiyle bağlayıp, zevâl korkusuna yeğleyenleri anlayabiliyorum. Kavuşmak çoğu zaman hakiki ölümünü getiriyor aşkın galiba.
Yine şair diyor ya;

geçti, istemem artık gelmeni,
yokluğunda buldum seni,
bırak vehminde gölgeni,
gelme artık neye yarar.

Galiba ayrılık fıtratımızda mevcûd olan ve ömrümüz boyunca rû be rû muhatab kılınacağımız bir hakikat.

Gayri, istemem artık gelmeni, neye yarar?
Günler, geçip gidiyor, ömür bahçesi târûmâr.
Her zulmetin ardında bilirim, bir şafak var,
Hâyâlin ötesinde durur, en sevgili yâr!


Mahmut ÇETİN
27.01.08 Kilis

GÂM VE ŞEHİR VE YÂR

26.01.2008


ne zaman dinse
ızdırâbım
bedenim gökten
düşmüş gibi
aklım perişân
ve ruhum harâb

şimdi
sözlerim taşıyor
aklımın
ucundan tuttuğu
hayatın
piçliklerinden
koyu ve
derin
sînesine ümidin
özleyişleri

ve sen
sevgilim ıssız
bir ışıkta
hayalini silip
de
gittin

şimdi ölüm
beni bulunca
"gel"
diyorsun

gönlüm bir gam virânesi
yağmur yâr
kokusu
gözlerim bir
deli

korkusu
(biten bir ömür deli
etmiyorsa birini ya
ruhsuz ya
aşksızdır!)

farkında değiliz
çehremizin
kanlı hayatın
ölüm var hep
hüznün tadında
hangi aşkın
kanına girse
ayrılık
bir ruh daha
meskûn olur
cinnet dağında

/sizler!
şehrin insanları! aşkınız
bile
emanettir sizin! ve
korumanız da
korkak bir
idamlığın
cesâreti gibi/

şimdi
elimde
kalan
günlerin
boğuk sesleri
harâb bir ömrün
solgun izleri



Mahmut ÇETİN
18.03.01 Kilis



TÜRKÜLERİMİZ

24.01.2008


Kışlalar doldu bugün

Doldu boşaldı bugün
Gel gardaş görüşelim
Ayrılık oldu bugün

Naçar elinden vah vah yar yar yar

Geceler, benim gecelerim
Vefakar dost arkadaş gecelerim benim
Gözyaşlarımın sırdaşı, dertli başımın yoldaşı
Siyah simsiyah geceler, simsiyah

Geceler yarim oldu
Aney ağlamak kârım oldu
Her dertten yıkılmazdım
Nazlım sebebim zalım oldu

Hayın elinden vah vah yar yar yar

Türkülerin hayatımızda ayrı bir yeri var. Bizi biz yapan, dilimizin en sâdık muhâfızı, binbir türlü ayrılıklarla boğuşan cemiyetin mühim bir ortaklık paydası olan türkülerimiz, aynı zamanda birçok değerlerimizin ellerimizin arasından kayıp gittiği bu günlerde tutunabildiğimiz ender tutamaklardan biri.

Biraz dinlenmek gayesiyle uzandığım kanepede bilgisayarımda çalan Muzaffer Akgün'ün okuduğu yukarıdaki türküyü dinleyip de gözlerinin buğulanmasına engel olabilen var mıdır acaba? Ben beceremedim. Peki ya;

Şu uzun gecenin gecesi olsam
Sılada bir evin bacası olsam anam anam anam
Dediler ki nazlı yarin pek hasta
Başında okuyan hocası olsam anam anam anam

Evlerinin önü üç ağaç çınar
Dillerim tutuşur yüreğim yanar anam anam anam
Eşinden ayrılan böyle mi yanar anam anam
Hangi derdime yanam anam anam anam

Kâtipler oturmuş yazıya bakmaz
Herkes sevdiğini dilden bırakmaz anam anam anam
Hey Allahtan korkmaz kuldan utanmaz
Gönül defterinden sildin mi beni anam anam anam

türküsünü dinleyip de gurbette evinden, ailesinden, memleketinden, sevdiğinden uzaklarda ömür tüketen sıla özlemiyle yanıp tutuşan her kim olsa, yüreği burkulup da, boğazı düğüm düğüm, gözleri yaşla dolmaz mı?

Türkülerimize sahip çıkmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü onlar bizim en insanî yanlarımızı ortaya çıkaran, atalarımızın kıymetli miraslarıdır.


Mahmut ÇETİN

SUÂL

23.01.2008

hayâl içre hayâl perde üstüne perde
parça parça vücûddaki vahdet nasıl, nerde?

var zıddı yok ve birbiriyle kâim
ben yok'sam eğer var'ım nerde?



Mahmut ÇETİN
'97

NEYİ YİTİRDİN RUHUM?

gidenler


Neyi yitirdin ruhum aşkları mı?
aşklar işte onlar yaşıyor madem ki ebedî
yoksa biten biz miyiz, bitenler neyimiz?
bizden aşka çıkan yollar mı?
yollarsa yitirdiğimiz nelerin içindeyiz?

Doksan eylülünde yazılmış bu şiir defterime. Ebubekir Eroğlu'na ait.

Sanki bugünün teneffüs etmek zorunda kaldığımız boğucu, tiksindirici, arsızlaştırıcı, bayağılaştırıcı atmosferini bu kadar yıl evvelinden söylemiş gibi, şair Eroğlu.

Aşkın bizatihi yokolduğunu söylemek mümkün değilse de, hayatın içinde olduğunu söylemek de mümkün değil.

Evet! Yollarımızı yitirdik.
Ruhlarımızı prangalarla bağladık en değersiz kıymetlere.
Güzellik nâmına ne varsa, "az bir fiyata satıverdik" iblise.

Sonunu düşünmeden sermayesini tüketen zelil tâcirleriz hepimiz. Bir nefescik varlığı bile dünyalardan daha kıymetli şeyleri, bir hiçe değişiverdik akılsızca. Şimdi dövünmek düşüyor ancak bizlere. Dövünelim, ağlayalım, sızlayalım; feryâdımız feleğin çarkını titretsin, bulutlar elele verip inleyerek ağlasınlar halimize.

Umulur ki "Yol Sahibi", bu zelil ve bîedeb yolcuların akılsızlıklarını bağışlar.


Mahmut ÇETİN

HÂFIZ DİYOR Kİ

19.01.2008

gidenler_hafız_diyor ki


Şarkın kıymetli üstâdı Hâfız diyor ki:


Ferhad'ın sözü, ancak Şirin'in dudağının hikâyesi;
Leylâ'nın saçlarındaki büklüm de Mecnûn'un durağı.

Eyvallah!
Siz ne anlarsınız bu beyitten bilmem ancak, benim kıt aklımla anladığım şu:

Kişi ne ile meşgûl ise ona döner. Kişi ne ile meşgûl ise, hayatını şekillendiren de o şey olur, ölümünü şekillendiren de.

"Nasıl inanırsanız, o hâl üzre yaşarsınız, nasıl yaşarsanız o hâl üzre ölürsünüz, nasıl ölürseniz o hâl üzre dirilirsiniz" buyuruluyor ya Hadîs-i Şerifte.

Hâfız, bu hadîsi başka türlü söylemiş, başka kelimelerle ifâde etmiş o kadar.

Şimdi bakalım, bizim Şirinimiz kim, ya da ne?
Gönlümüzün bağı Leylâ'nın elinde mi yoksa başka bir elde mi?

Mahmut ÇETİN

RÜYA

15.01.2008

Rüyalar hayrete sebeb şeylerden. Aslını kavramak, izahını yapabilmek zordur. Manasından, geçmişinden, ıstılahından falan dem vuracak değilim. Sade kısa bir bahis. Sebeb de, bugün bana gelen bir telefon.

Yirmi iki yıllık dostum, tuhaf bir ses tonuyla konuşuyordu çalan cep telefonumu açtığımda. Hiç uzatmadı, hemen bahse girdi. Dün gece gördüğü rüyayı başladı anlatmaya. O anlatırken ben de aynı günün gündüzünde yaşadıklarımı hatırlıyor, gözümün önünde tekrardan canlanışına şahid oluyordum.

Zaman, mekan, an olarak yaşayış bakımından hiçbir ortaklık içinde bulunmadığımız halde, benimle ilgili, benim yaşadığım hadiselerle ilgili bu kadar teferruatlı ve doğru bilginin, benden bin küsur kilometre uzakta bir iklimde hayat süren dostumun rüyasında belirmesi, hayli hayreti celbeden bir vaziyet.

Malum olmak, deyimini biliriz. Bu da öyle. Malum olmuş dostuma halim. İyi de bu malumluk ona nasıl vasıl oluyor? Ne diye vasıl oluyor? Hangi şeyler buna vesile oluyor? İşte bu, meçhul.

Aslında rüyaların hakikat, hakikat diye yaşadığımız hayatın da asıl rüya olduğuna dair bilgi verilmiş bizlere. İş anlayana malum.

Her ne ise. Bu vesile ile en azından güzel bir muhabbet oldu benim için sevdiğim insanla.

Yorgunum. Uyku gözlerime saldırıyor acımasızca. Bugün erken davrandı. İzin vereyim bende artık. Kimbilir belki, bir de rüya görürüm. Sevdiklerimle dolu, dopdolu bir rüya...



YAĞMUR


göğün göğsü inip kalkıyor
ayrılık acısından
biliyorum

sımsıcak gözyaşı üzerime akıyor
ayrılık seni de yakmış
diyorum


Mahmut ÇETİN
'94 Ankara

AĞIR ZAMAN

14.01.2008


anlamsız kalabilirim göklerde

kurşun gibi ağır
sensizlik
böyle

göğsünde yıkadım zamanın
bir bir kelimeleri
sonra
yüzleri çizilmiş çocukların
dillerinde
bürüdüm ışığına bilgeliğin

söylüyor melekler bildikleri şeyi
onca kelimeye
kim yükler mânâyı
hangi sesi bekler ölüler
kalpten bile gizli

damla damla gözyaşı
düşüyor üstüne toprağın
dağ güzeli bir adamın
belinde ıslaklığı günahının
ışığın arasından
akıp giden cinlerin
ellerinden aldığı ateşten gözleriyle
hâlâ düşüyor sığlığına aklın

anlamsız kalabilirim göklerde
sensiz
yağmur gibi ağır
öylece

ve sessiz


Mahmut ÇETİN
12.01.08 Kilis

Blog Widget by LinkWithin