FEEDJIT Live Traffic Feed

KİM

23.08.2007

sor ey sevdiğim sor her kanlı sehere
başını dağlara vurup ağlayan kim?
âvâre bir yıldız gibi son fecirde
secde secde izini bûseyleyen kim?

09/04/01
Mahmut ÇETİN

HÜKÜM

bezm-i ezelin hükmü ümrana bir çiğ düştü
ümrandan bahtıma canım ol mehpeyker düştü

kenz-i felekten nasib cevr u cefa imiş
can ağyârdan bîzâr ahbabtan ayrı düştü


GÖNÜL

niye bir katre kanında bunca endişe gönül
tefekkür eyleyip yâr ile şeb-i vuslatı, gül
el hak! bu dünya gam virânesi, hem kanlı bir toprak
o sinesi pürhûn bülbül şimdi ne söylüyor bak!


Mahmut ÇETİN

AY GAZALI

ellerin bir nur dudağında karanfil
yahut bir nur karanfil dudağında

ılık bir esinti yüzümde tebessümün
gönlümün sonsuz iştiyâkı ritmi göğsünün

deniz kokusu saçların gece buğusu
deniz kokusu saçların güzün dokusu

çöl bakışlım, sevdiğim gözlerini açtığında
haclinden sararıp bin güneş batmakta

sevinçten yana nasipsizse, gülmüyorsa yüzüm
tutkunu oluşumdandır cânım, sendeki hüznün

göz düşer, yar kopar, sinemde ılık kan
söz uçar, cân akar, alır beni bu hicrân

elemimsin, ızdırâbımsın, hasretimsin, cinnetim
özümsün, ben'imsin, tecessümümsün, sebebim

aczden medet ummaksa insanda mârifet
sen benim en kavî aczimsin, medet!

meftûnum, sevdiğim, sevgilim dinle çünkü
SEN...

hiçbir kelime taşımaz bu yükü...


Mahmut ÇETİN

09/1993 Ankara

MAVİ GÜN

küçüğüm
vakte sığmıyor sevgi
ızdırab
ne emir var, nereden biliyorsan
sade uzat kollarını incecik tül gibi
hayat

Mahmut ÇETİN

KISA BİR HİKÂYE/قصة قصيرة

لا تقنطي ْابدأ من رحمة المطر
فقد ْاحبك في الخمسين من عمري
و قد احبك والاشخار يابسة
والثلج يسقط في قلبي و في شعري
و قد احبك حين الصيف غادرأ
فالارض من بعده تبكي علي الثمر
و قد احبك ـ يا عصفورتيـ و انا
محاصر بجبال الحزن والضجر
قد تحمل الريح اخبارأ مطميْنة
لناهديك قبيل الفجر فانتظري
لن تخرجي من رهان الحب خاسرة
عندي تراثي و عندي حكمة الشجر
فاستمتعي بالحضارات التي بقيت
علي شفاهي فإني آخر الحضر
* * * * * *

قرأت شعري عليها و هي نائمة
فما أحسستْ بتجريدي ولا صوري
و لا تحمس نهداها لقافيةٍ
و لا استجابأ لقيثرٍ و لا ترٍ
هززتها من ذراعيها فما انتبهت
نادية يا قطي البيضاء يا عمري
قومي ساهديك تيجانأ مرصعة
و أشتري لك بلدانأ بكاملها
و اشتري لك ضوء الشمس والقمر
* * * * * *
ناديت ناديت لكن لم يجب احد
في مخدع الحب غير الريح والمطر
ازحت اثوابها عنها فما اكترثت
كأنها يئست مني و من خطري
* * * * * *
و كان ليلي طويلأ مثل عادته
و كنت ابكي عتي قبرين من حخرٍ

نزار قباني


KISA BİR HİKÂYE

yağmurun rahmetinden sakın kesme ümidini
ömrümün sonbaharında sevmişken seni
ağaçlar meyvesizken sevmişim ben seni
kalbime yağarken kar ve saçlarıma
terkederken yaz bizi sevmiştim ben seni
ardından yazın ağlar yeryüzü üstüne meyvelerin
sevdim seni ey minik kuşum,
kuşatmışken beni hüzün ve keder dağları
fecirden hemen evvel
rüzgar kesin haberler taşır
tomurcuklanmış göğüslerinden bana,
ve sen bekle beni...
çıkma kefaletinden aşkın hüsran içre
geçmiş ve gelecek bendedir
ve bendedir hikmeti ağacın
sıkıca sarıl dudaklarımda kalan son medeniyete
ki ben en son şehirliyim

şiirimi okudum ona
uyurken
ne yokluğumu hissetti ne varlığımı
ne de kıpırdadı göğsü tek bir kafiyeye
......
kollarından sarstım ama uyanmadı
seslendim
ey kedicik
ey canım uyan
kalk artık
sana kıymetli taşlarla süslenmiş taçlar vereceğim
denizdeki incileri ve bir şehri bütünüyle
sonra da
ışığını alacağım sana güneşin ve ayın
..
bağırdım seslendim
lakin
duymadı kimse
aşkın odasında
rüzgar ve yağmurdan başka...
giysilerini soydum... ilgilenmedi bile
sanki ümitsizmiş gibi benden ve güzelliğimden
..
her zaman olduğu gibi uzundu gecem yine
ve ağlıyordum başında mezarların yine...

(Çeviri : Mahmut ÇETİN)


KUDÜS -NİZAR KABBANİ-

19.08.2007

KUDÜS

Ağladım
gözyaşlarım tükeninceye kadar
Namaz kıldım
mumlar eriyinceye kadar
Yorgun düşürünceye kadar beni
rükuda kaldım
Muhammed'i aradım sende
ve İsa'yı
Ey Kudüs!
Ey nebilerin kokusunu yayan şehir!
Arz ve sema arasındaki en kısa geçit.


Ey Kudüs!
Ey dinlerin ışığı!
Ey yanık parmaklı güzel çocuk!
Mahzundur gözlerin, ey Meryem'in şehri!
Ey resullerin uğrak yeri,
gölgelikler vahası!
Mahzundur yolların taşları
Mahzundur müezzinin sadası
Ey Kudüs!
Ey karalara bürünmüş güzel!
Kim çalar
Kıyamet Kilise'sinin çanlarını
pazar sabahları?
Yılbaşı gecesi
kim taşır çocuklara oyunları?


Ey Kudüs!
Ey hüzünler şehri
Ey gözkapaklarından yuvarlanan
kocaman gözyaşı!
Kim durdurur düşmanları
sana karşı, ey dinlerin gerdanlığı?
Kim yıkar kanları duvar taşlarından?
Kim kurtarır İncil'i
Kur'an'ı?
İsa'yı öldürenlerden
kim kurtarır İsa'yı?
İnsanlığı?...

Ey Kudüs, ey şehrim!
Ey Kudüs, ey sevgilim!
Yarın,
yarın çiçeklenecek limon ağaçları.
Ferahlık verecek sünbüller, yeşillikler
ve zeytin ağaçları
Gözler güler
Tertemiz göklere
geri döner göçen güvercinler,
ve oyunlarına çocuklar.
Çiçekli tepelerinde buluşur
oğullar ve babalar.

Ey ülkem!
Ey esenlik ve zeytin ülkesi!


(Çeviri: Mahmut ÇETİN)



القدس

بكيت.. حتى انتهت الدموع

صليت.. حتى ذابت الشموع

ركعت.. حتى ملّني الركوع

سألت عن محمد، فيكِ وعن يسوع

يا قُدسُ، يا مدينة تفوح أنبياء

يا أقصر الدروبِ بين الأرضِ والسماء

يا قدسُ، يا منارةَ الشرائع

يا طفلةً جميلةً محروقةَ الأصابع

حزينةٌ عيناكِ، يا مدينةَ البتول

يا واحةً ظليلةً مرَّ بها الرسول

حزينةٌ حجارةُ الشوارع

حزينةٌ مآذنُ الجوامع

يا قُدس، يا جميلةً تلتفُّ بالسواد

من يقرعُ الأجراسَ في كنيسةِ القيامة؟

صبيحةَ الآحاد..

من يحملُ الألعابَ للأولاد؟

في ليلةِ الميلاد..

يا قدسُ، يا مدينةَ الأحزان

يا دمعةً كبيرةً تجولُ في الأجفان

من يوقفُ العدوان؟

عليكِ، يا لؤلؤةَ الأديان

من يغسل الدماءَ عن حجارةِ الجدران؟

من ينقذُ الإنجيل؟

من ينقذُ القرآن؟

من ينقذُ المسيحَ ممن قتلوا المسيح؟

من ينقذُ الإنسان؟

يا قدسُ.. يا مدينتي

يا قدسُ.. يا حبيبتي

غداً.. غداً.. سيزهر الليمون

وتفرحُ السنابلُ الخضراءُ والزيتون

وتضحكُ العيون..

وترجعُ الحمائمُ المهاجرة..

إلى السقوفِ الطاهره

ويرجعُ الأطفالُ يلعبون

ويلتقي الآباءُ والبنون

على رباك الزاهرة..

يا بلدي..

يا بلد السلام والزيتون




SEVMEYİ SEVMEK

18.08.2007

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine.
"Sevginin yalnızca bahsini edenlerle, sevgiyi yaşayanlar arasında nasıl bir fark vardır?"
"Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce; sevginin sade dedikodusunu yapan, onu dilden gönüle indirmeyi becerememiş olanları çağırarak, hazırladığı sofraya buyur etmiş hepsini.
Sofraya oturmuş davetliler. Ardından geniş kaseler içinde sıcak çorbalar gelmiş ve hemen yanlarına da 'derviş kaşıkları' diye tabir edilen sapı oldukça uzun kaşıklar indirilivermiş.
Ermiş:
"Bu kaşıkların ucundan tutarak içeceksiniz çorbayı," diye bir de şart koşmuş.
"Peki" demiş davetliler ve eline o upuzun kaşığı alan daldırmış kaseye hemen. Lakin kaşığı bir türlü ağızlarına götüremiyorlarmış. Uzun uğraşlar sonunda, döke saça birkaç damla çorba ya ulaşmış midelerine ya ulaşamamış. Nihayetinde aç bir şekilde kalkmışlar sofradan.
Ardından, "şimdi" demiş ermiş; "sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım sofraya."
Simaları sürurla kaplı, gözleri sevgi nuruyla parıldayan güzel insanlar buyurmuşlar sofraya. "Buyrun" denilince, herbiri eline aldığı o upuzun saplı kaşığı kaseye daldırdıktan sonra, hemen karşısında oturan kardeşine uzatıvermiş. Bu böylece devam etmiş. Ve dolayısıyle sofrada bulunan herkes yekdiğerini doyurmak suretiyle kendisi de doymuş. Şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş,
"kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve yalnız kendi menfaati üzere bulunursa aç kalacaktır. Ve her kim ki, bu hayat sofrasında önce kardeşini düşünür ve bu hal üzere devam ederse, o da kardeşi tarafından aynı şekilde mukabele görecektir. Şunu unutmayın. Hayatta her zaman alan değil veren kazançlıdır."

GİDENLER

14.08.2007

eli göğsünde başı eğik gidenler,
dili kalbinde hüzne yenik gidenler,
gözü yolda aklı yarda gidenler,
izzet ü şerefi yedeğinde gidenler,
şu dünyaya aldanmayıp gidenler,
heva ve hevese uymayıp da gidenler,
dalga dalga sonsuzluğa gidenler,
gümüş tenli soy atlarla gidenler,
arş-ı âlâ'ya üç adımla gidenler,
Hızır ile İsa nefes gidenler,
Musa ile Yuşa gibi gidenler,
kahır çekip ah çekmeden gidenler,
sabır edip haline şükür ile gidenler,
razı olup kadere rıza ile gidenler,
sinesinde kor ateş dağ dağ olup gidenler,
Mecnun iken evvelde Leyla olup gidenler,
Leyla'sının izine yüzler sürüp gidenler,
gözün açıp yarini düşleyip de gidenler,
nokta nokta semada yıldız olup gidenler,
hüccet-i aşktır diye başın verip gidenler,
bir nazara canını teslim edip gidenler,
kurtlar ile kuşlar ile düşüp kalkıp gidenler,
sultan iken tahtını yele verip gidenler,
iğne ucunda alemi seyredip de gidenler,
Sırr-ı Hüdâ ile Sırr'a vâkıf gidenler,
Âdem meşreb üzre âdem olup gidenler,
Dâvud gibi alemden hoş sadâ ile gidenler,
aşkın yedi vadisinden zarif zarif gidenler,
gülü koklayarak yağmur olup gidenler,
tecelli-i Hâk ile Kelîm olup gidenler,
aşkın kuyusundan sultan olup gidenler,
süveyda-yı kalbinde kevn'i bulup gidenler,
sahra-yı iştiyâkta suya kanıp gidenler,
aşkın içre aşk var diye âhu olup gidenler,
bir âhunun peşinde sayyad olup gidenler,
yarin taht-ı kademinde turâb olup gidenler,
hicrân-ı elem ile nâlân olup gidenler,
tûl-i ömr-ü hayatta giryân olup gidenler,
hu hu diye seherde bülbül olup gidenler,
nazar-ı cânân ile envâr olup gidenler,
baştan başa hayrete düşüp mecnun gidenler,
bir katreden deryaya yol bulup gidenler,
can tılsımını kırıp hazineye gidenler,
âlem-i gaybın sırrı dillerinde gidenler,
setreyleyip halini mestur olup gidenler...

ellerinde nur, dillerinde nur, gözlerinde nur,
sinesinde nur, nazarında nur, cismi pür nur,
gece rengi saçlarında karanfil kokulu yağmur,

ardına bile bakmadan gidenler,
aşk denizinde boğulup
yarin kucağında doğdular...

Mahmut ÇETİN
14.08.2007 Kilis



Blog Widget by LinkWithin