FEEDJIT Live Traffic Feed

GÜNLÜKTEN

27.07.2009





Ramazan ayının arafesinde sayılırız. Yine eski kayıtlarımı karıştırırken yıllar evvelinin kısa günceleri gözüme takıldı.

"Bugün Bekir Çakır amcaya davetliydik ancak benim iftardan hemen evvel rahatsızlanışım gitmeme engel oldu."
27.03.92 Cuma

"Cumartesi gecesi Sıhhiye'de Kudret'le karşılaşıyoruz. Cafer, Yusuf, Fahri ve ben duraktayız. Eryaman'dan geliyoruz. Ali Ceran'a davetliydik. Mücella'dan geliyormuş Kudret."
28.03.92 Cumartesi

"Çıdam standında İSMET ÖZEL kitaplarını imzalıyor.
Esmer, ufak yapılı biri. "Bakanlar ve Görenler"i alıyorum. Ayrıca Kudret'in de önceden almış olduğu kitapları imzalatıyorum. Kudret'in kitaplarındaki osmanlıca okuma notlarını farkedince merak ediyor. Biraz dikkatle bakıyor ve sonra 'arkadaşına selamımı iletirsin' diyor.
Kudret'in babası, 9 Eylül hastanesine kaldırımış. Kalbinden rahatsızmış. Allah şifa versin.
Bu yüzden erken gitmek zorunda kalıyor memlekete.
Bir de tefsir aldım. Cafer için de Furkan Tefsiri... 100.000 TL."
29.03.92 Pazar

"Âdem (a.s)'in pişmanlıkla ağlaması secde halinde, ve o gözyaşlarının toprağa düşerken çıkardığı ses ve o damlaların sel oluşu ve akışı ve çağlayışı ve göğsündeki o korku, pişmanlık, hasret, hüzün ve aşkla yanan, kavrulan kalbinin tok sesleri,
ilk mûsiki nağmeleri olsa gerek..."
10.10.92 Ankara


Ve diğerleri...



Mahmut ÇETİN
27.07.09 Kilis

TUHAF ACI

26.07.2009





İçimde bir acı var şu an.

Tarifi yok.
Öylesine derinlerde ki bu acı, tarifi şöyle dursun ona bir sebeb de bulamıyorum. Ama sebebsiz olan ne var ki?
Neyi sebeb kabul etsem, bu acıyı kaldıracak kudreti görmüyorum onda. Ya da hiçbir şeyi sebeb kabul edemiyorum acım için.
Bir tuhaflık bu.

Sanki ikinci bir bedenim gibi müşahhaslaşmış ve öylece geçip durmuş karşıma. Seyreyleyip durmakta iri, derin gözleriyle. Çöl gibi...

Aslında bu safhadan itibaren yabancı olmadığımı farkediyorum bu acıya. Bir başkası olsam yine ben olur muydum acaba? Bu acı yine bulur muydu başka beni?

Kanım aksa duyduğum acı bunun yanında hiç olurdu. Yahut sevdiğimin ölümüyle duyduğum acı, yanına yaklaşamazdı.

Bir ağırlık vermiyorum ona. Ne de bir isim. Yalnız acı.
Evet, acı çekiyorum sadece.

Saklanmış.

Kollamakta beni. Sanki başka hayatlarda da beni kollayacak gibi.
İsmime iliştirilmiş gibi. Kokusu kokuma sinmiş gibi.
Şimdi şehrin en kalabalık caddesine koşup, tek bir ses duyurmadan ama avaz avaz bağırtıp (içimden) ağlatacak kadar ağır bir acı.

Sebeb?

Yok.
Sadece çektiğim acı.
Benim acım.
Hiçbir yere koyamadığım...
Hiçbir yere sığdıramadığım...
Işıksız...
Gölgesiz...

Kevnin en uzak noktasında dahî beni bulacak bir acı...



Mahmut ÇETİN
26.07.09 Kilis

KIYAMET İNSANLARI

24.07.2009



Sevginin hayatın zübdesi olduğunu öğrendik.


Hazreti Muhammed için "muhabbetten oldu hasıl" buyuruldu.

Samanlığı seyran makâmına tebdîl eyleyenin iki gönül arasındaki muhabbet olduğunu, diline pelesenk eyleyen bir halk olduk.

Ammaaa...

Elân, hâl-i perîşânımıza farklı vasıtalar ve vechelerden şöyle kabaca bile bir bakışla baktığımızda bugün, vaesefâ...

Cinnet toplumu diye isimlendirmek dahî ifade yönüyle kifayet kâbiliyetinden hayli uzak bu ülke insanlarını.

Sosyologlar hangi sebebleri irdelerse irdelesin, psikologlar hangi çözümlemeyi yaparsa yapsın, ahlâkçılar yahut din adamları hangi günahdan, edebden, ayıpdan bahsederse etsin; bu gidişâtın durdurulması bir yana, artan bir ivmeyle felâketler girdâbına dönüşüp duran yaşanan hayat, ayıktırmalı değil mi bizleri?

Hangi çoklukta olursa olsun, bir metâ için hangi nefes feda edilmeyi hak eder?

Hangi sebeble olursa olsun, hangi nefes öfke ateşiyle pişip kavurulmayı hak eder?

Hangi varlık, bir kelebek kanadının sıkleti kadar dahî olsa, merhametsizliği hak eder?

Hangi cân taşıyan, hangi sınıftan, ırktan, dinden, statüden olursa olsun, hor hâkir bir nazarın altında ezilme talihsizliğini hak eder?

İnsan, insan oluş değerlerinin sahiplik mesuliyetini taşımadığı vakit,
İnsan, sonsuz hayatı yanlış mekânda ve yanlış şekillerde aradığı vakit,
İnsan, adâleti özünden değil, hayatın kendinden beklediği vakit,
İnsan, herkesi ve herşeyi, her zamanda âdalet terazisine vurmaya kalktığı vakit,
ya da
hepten bu tartıyı ortadan kaldırdığı vakit,
İnsan, her türden korkuları libas gibi üzerinde taşımaya başladığı vakit,
İnsan, su ile kanı birbirine karıştırdığı vakit,
İnsan, toprağın namusunu berheva ettiği vakit,
İnsan, ar damarını çatlattığı vakit,
İnsan, her kutsalın ruhunu soyup, kalanıyla istihzâ bâbından alâkadar olduğu vakit,
İnsan, gözyaşı ve kanla beslendiği vakit,

ve kuşların terkedişinın ardından,

kıyameti beklemelidir.


Mahmut ÇETİN
24.07.09 Kilis




HAYATINDAN MI SIKILDIN?

22.07.2009

Defterdâr Sarı Mehmed Paşa'nın Zübde-i Vekayiât'ında beni hayli sarsan kısa bir hadise kaydını okumuştum yakın zamanlarda. Bu ibretâmiz ve tefekkür ve şükür kapılarını açma yolunda pek bir tesirli olacağına inandığım hadiseyi, burada, kitaptan aynen nakletmek istiyorum.

"İLÂHÎ KUDRETİN ŞAŞIRTICILIĞI

Yaratıcı kudret sahibi olan Allah'ın hikmetiyle, bir hastalık neticesi iki elleri bileklerinden ve iki ayakları topuklarından düşmüş, elsiz ayaksız bir şahıs, doğduğu yer olan Bolu'dan İstanbul'a gelmiş, meşhûr hattat Suyolcu'dan sülüs ve nesih öğrenmiş, tahsilini tamamladıktan sonra bir en'am-ı şerif yazarak âlemin sığınağı olan Padişah'a arzetmiştir. Böyle garip olayı Padişah hazretleri bizzat görmek istediklerinden, adı geçen şahıs huzuruna getirilmiş ve huzur-ı humâyunda kendisine bir satır sülüs ve bir satır nesih yazdırıldığında görülmüştür ki: İki bileklerinin uçları ile divitini belinden çıkardı, kâğıdı yere koydu ve kalemi de iki bileklerinin ucuyla sağlam olarak tutup, normal kâtipler gibi çekinmeden yazdı. Allah her şeye kâdirdir. Kendisine bir miktar para ihsan edildi. Ayrıca günde yirmi akçe duâgu maaşı bağlandı."

Mezkûr şahsın azmine doğrusu, ancak selam durulur. Hal-i hâzırda herhangi bir uzuv noksanlığı bulunmayan insanların bile kolayca başaramayacağı bir sahada, ülke yöneticisinin huzurunda, hem de takdir edilme becerisini dahî göstermek, hiç şüphesiz defalarca alkış ve hayranlıkla karşılanacak bir haldir.

Bir diğer takdire şâyân hâl ise, ülke idaresindeki eşhâsın, tebâsının durumunu takip ve değerlendirme yönünde gösterdiği âlicenaplık ve dirâyetkârlıkdır.

Bu yazıya sebeb olan aslında, bugün sosyalleşme (!) sitelerinin birinde rastladığım bir videodur. Videoyu izler izlemez hatırıma düştü yukarda bahsettiğim hadise. Daha önce okuduğum ve ancak hayalimde canlandırabildiğim en mühim uzuvlarından mahrum bir şahsın, azminin hikâyesi, bu defa görüntülü olarak önümde duruyordu. Nick Vujicic.

Doğuştan kolları ve bacakları olmayan Nick'in, sadece iki parmağı olan sağ ayağı var. Buna rağmen isminin hemen ardından söylediği cümle, "hayatı seviyorum, ben mutluyum" oluyor. Ki bu cümleleri çoğumuz en son ne zaman kurduğumuzu bile unutmuşuzdur belki de. Kendi mutluluğunu başkalarıyla da paylaşmasını hatta başkalarının mutsuzluklarını giderip hayata bağlanmasını da başarmış Nick.

Doğrusu mahcubiyet duydum izlerken bu şahsı. Nelerden şikâyet ettiğimizi, nelerin yokluğundan dem vurup, ne zenginlikler içerisinde bulunduğumuzu unuttuğumuz için, daha da arttı mahcûbiyetim.

Bir başka açıdan da baktım Nick'e. İnsanın fıtratı açısından. İnsanın ne'liği açısından. Yani, hangi mahrûmiyet içerisinde bulunursa bulunsun, insan, Allah (cc)'ın ruhuna zerkettiği kudret ile, kendine bir şekilde çıkış yolu bulabiliyor. Yeterki içine dönebilsin, verilmeyenlere değil, verilenlere bakmayı bilsin. Yokluklarını değil varlıklarını kıymetlendirebilsin.


Not 1: Yukarda bahsi geçen padişah, IV. Mehmed'dir.
Not 2: "duâgu maaşı", din ve devletin selameti için dua okuyan kişilere bağlanmış olan bir tür maaştır.
Not 3: Yazının başlığı, yine yazıda bahsi geçen sosyalleşme sitesinde rastladığım videoyu yükleyen Mücella Cangir hanımefendiye aittir. Müsamaha göstereceğini umuyorum.




Mahmut ÇETİN

22.07.09 Kilis


Blog Widget by LinkWithin