FEEDJIT Live Traffic Feed

IZDIRAB

29.03.2008

âşığın yakasında bir güldür ızdırâb
ızdırabsız gönül hepten hârâb
dîl-i virânımı mâmur eyle ya Rab!
ecel erişip de olmadan turâb


Mahmut ÇETİN
09.04.01 Kilis

ÂH

gönül derdi dertlerin sertâcı imiş
dermânı ciğerimde ateş-i âh imiş


Mahmut ÇETİN
30.03.01 Kilis

KURT DUMANLI HAVAYI SEVER

24.03.2008



























Kurt dumanlı havayı sever.Böyle demiş atalar. Doğru da demişler.

Etrafta bu kadar kurdun olması bize havanın dumanından dem vuruyor.

Ya da öbür türlü de baksak, havada bu kadar duman varken, muhakkak kurtlar da etrafta fırsat kollamakla meşgul bir şekilde cevelan edip durmaktadırlar sahnenin biryerlerinde.Mekânın şartları, zamanın şartlarıyla uygunlaştığı an puslu hava dağılıp yerine kavganın ve çekişmenin ortaya çıkardığı toz bulutu hakim olur. Tıpkı bulutun güneşin ışığını engellediği ve sonra çekilip gittiği gibi. Hep güneşi görürüz bulutun ardından. Bunda hiç şüphe taşımayız. Uyanık olmayı bilenler, görmeye muktedir gözleri olanlar, hiç tasa duymasınlar. Güneş bir yere gitmez.

Dezenformasyonun çoğu zaman en tesirli silahların dahi elde edemeyeceği başarılara sebeb olduğunu bilenler bilir. Gayesi, eksik yahut yanlış yahut fazla bilgiyi çeşitli vasıtalarla ve çeşitli ellerden çeşitli mahfillere bir hedefe matuf olarak yaymak diye tabir edebileceğimiz dezenformasyonun, becerikli ellerde gayet verimli olduğunu söylemek gerekir.

Dezenformasyona karşı dezenformasyonla yürütülen savaşta, tarafların elde ettikleri bilgiler, şayet doğru okuma başarılmış ise, enformasyondan kat be kat fazla olacaktır. Yakın geçmişte, Normandiya Çıkarması'nın tam bir istihbarat başarısı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Duyuların nasıl manipüle edileceğini en iyi bilen taraf kazanan taraftır. Dezenformasyona maruz kalan için de bu geçerlidir. Algılarımızın nasıl bir saldırı ile karşı karşıya olduğunu bildiğimiz takdirde, okumayı tersten yapmak bizi hedefimize ulaştıracak yahut hedef olmaktan kurtaracaktır.

Günümüz şartlarında, ki bu şartlar her türlü imkânı içine alır. (Teknolojik ve ekonomik gelişmeler, askeri durum, istihbarat ağlarındaki teknik imkan ve işbirliği, büyük maddi kaynaklar, internet, sinema, cep telefonları gibi...) hem bir dezenformasyon saldırısına uğramak daha olası hem böyle bir saldırı kurgulamak ve uygulamak daha kolay geçmişe göre. Yakın geçmişte, internette bu hususta birçok habere rastlamışızdır. Hal böyle olunca, yani dezenformasyonun akıtıldığı kanalların ziyadesiyle artması söz konusu olunca, bunları okumak ve değerlendirmek ve neticede de karşı tedbirler alabilmek hayli zorlaşmaktadır.

Bazı kanalların süreklilik arzeden bilgi dağıtma tutumları, ya da bazı kanalların çok çabuk değişen bilgi karşısındaki tutumları ilk elde gözönünde tutulmalı, bir kenara not alınmalı ve okumalar buna göre yapılmalıdır. Ancak, saldırı sahiplerinin niyetlerinin bu türde bir tutum olup olmadığını da tam olarak kestiremeyebiliriz.

Bilgi kıymetini hal ve şartlar ile kaynağına göre alır. İyi bir okuma da bizi kaynağa ulaştıracaktır.


Mahmut ÇETİN
24.03.2008 Kilis

KALBİM KIRIK BUGÜN

20.03.2008

Bugün kalbim kırık.

Soluduğum hava ciğerlerimi yakıyor. Baktığım herşey içimi burkuyor. Sebebsiz ağlamak, benim için hep olacakların habercisi oldu bugüne kadar. Sebebsiz olmadığını biliyorum elbette artık. Ama neyin habercisidir, bunu ancak takdir olanın vuku'unda öğreneceğim.

Doksan iki yılında yazdığım bir şiirin şu dizeleri zihnime takılıyor.

"kim dokunsa teninden suskunluk akar
acı diye bildiği herşey insanların
sende hergün yenilenen isimlerle belirir",

ve defalarca defalarca tekrarlayıp duruyorum bu dizeleri zihnimde.

Çaresizliğin acımasız kolları arasında kalakalmış bir garibin hissi, tüm bildikleri tüm sevdikleri göçüp gitmiş naif bir yüreğin yalnızlık hissi, dost meclisinin gönül açan muhabbetlerinden fersah fersah uzağa düşmüş birinin bedbahtlığının doğurduğu ağırlık hissi, ölümün nefesini ensesinde bilen hayat kaçkını bir canın endişe dolu yüreğinin nedamet hissi, ve daha ne kadar hüzünle bulanık his varsa, hepsini birden duyuyorum içimde bugün.

Merhum Üstad Necip Fazıl'ın büyük eseri Reis Bey'i hatırlıyorum. Mesut Uçakan'ın başyapıtı addettiğim aynı isimli filmi defalarca izlemiş ve her seferinde kalbimin titreyişine, gözümün yaşarmasına engel olamamışımdır. Bu filmde beni en çok etkileyen sahne, Reis Bey'in hapse düşüşü esnasında, bulunduğu koğuşta yapılan bir hırsızlık sebebiyle suçsuz yere dayak yiyen bir garibanın durumu olmuştu. Yapmadığı, işlemediği bir suçtan bile kendini mesul görüyordu bu zavallı. Reis Bey mahkemede bu garibin hissiyle şöyle diyecektir: Amerika’da bir suç işlense ve bütün dünyayı kaplayan bir ses sorsa: ‘Suçlu kim?’ Çıkıp ‘Ben!’ diyeceğim. Ben, ben, ben…"

İşte aynen böyle. Bugün öyle kırık ki gönlüm. Dünya'nın neresinde bir suç işlense, dünyanın neresinde bir yetimin gözü yaşarsa, dünyanın neresinde bir garibin âhı semâya yükselse, "benim", diyeceğim. "Tüm bunların müsebbibi benim. Tek suçlu benim!"

İdamlık genç şöyle diyordu Reis Bey'e: "Etmeyin Reis Bey! Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz. Siz, merhametten yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerine göre haklısınız. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin gönlünüzden. Buz çölünde yol alıyorsunuz. Reis Bey! Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim."

Yaşadığımız hayat, buz çölünde sürdürüyor hükmünü. Kalplerimizin mühürlü olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu bilgiyi kendimizden bile gizlemeye yahut kaçırmaya gayret etsek de, bunun mümkün olmadığını biliyoruz. Unutuyoruz. Unutmayı seçiyoruz. Rahmetin gönüllerden pek uzak olduğuna, her gün yaşadığımız hadiselerle çokça şahid oluyoruz.

Gördüğümüzün ötesindedir asıl görmemiz gerekenler. Ama gördüklerimizi bile görmemekte direniyoruz. Halbuki, insanın mühim hususiyetlerinden birisi, hatta en mühimi onun şâhid olabilme kabiliyetine sahip olması değil mi? Peki şâhidi olduğumuz hayatın, şâhidi olduğumuz ahdimizle ne kadar âlâkalı olduğunu düşünüyor muyuz?

Kalbim kırık bugün. Hem pek kırık. İnceden inceye sızlayıp durmakta. Ateşler içinde. Titremekte.

Mahmut ÇETİN

DUA

15.03.2008


aktıkça bulanan çağda
her mazlumun ahında
akıp giden kanların
öcü yeşertsin zemini


Mahmut ÇETİN
15.03.2008 Kilis


BİR HÂTIRA

13.03.2008

Yine hâtıralar yumağından bir hâtıra meşgûl etti bugün beni.

Uzun zaman oldu. Doksan dört yılının yaz günlerinden biriydi. Şehrin bunaltıcı havasından bir nebze olsun uzaklaşmak, zihnimizi ve ruhlarımızı tabiatın güzellikleriyle süsleyip ağırlıklarımızı üzerimizden atmak gayesiyle, kalabalık bir arkadaş grubu olarak, Kurtboğazı Barajına gitmiştik.

Neşe ve muhabbetle geçen bir yolculuk sonrası baraja vardık. Uygun bir mekân bulup, lâzım olan eşyaları ve dahî erzakı yerli yerince koyuverdikten sonra, herkes toplanıp bir süre oturmuş ve koyu bir sohbete dalmıştık. Neden sonra ben, yanıma radyomu da alıp gölet kıyısında yürümeye başlamıştım. Fazla uzaklaşmadan, ardımdan gelen sese dönünce, dostum Cafer'in de benimle beraber gelme arzusuyla hareket ettiğini görmüş, onu beklemiş ve radyodan yayılan sanat müziği nameleriyle beraber çevrenin güzelliğini seyrederek epeyce bir mesafe katetmiştik.

Büyükçe bir kaya bulup üzerinde oturduk ve radyodan yayılan müziğin güzelliğiyle beraber çam kokularını duya duya, çeşit çeşit kuşların cıvıltısıyla gözlerimizi kapatıp her birimiz kendi içimizde derin hayallere dalmıştık.

Çok geçmeden bir feryat işittim. Biraz dikkat kesilince, az önce yanlarından geçtiğimiz orta yaşlı bir erkek ile on üç on dört yaşlarında bir kızın tuhaf hareketlerle suyun içinde batıp çıktıklarını gördüm. Daha doğrusu epeyce uzak olduğu için net olarak ne yaptıklarını göremedim ama içimden bir ses bana bunun iyi bir durum olmadığını söylüyordu. Birkaç saniyelik bir tereddütün ardından hemen Cafer'e seslendim ve onun da bakmasını istedim. Cafer onlara sırtı dönük bir halde idi.

Daha fazla beklemeden koşarak yanlarına gidince, hadise net olarak ortaya çıktı. Küçük kız suya girmiş ama ya iyi yüzme bilmediğinden yahut mile saplanmış olduğundan, çırpınıp duruyor, başı suya batıp çıkıyor ve kolları havada çırpınıp duruyordu. Babası olduğunu düşündüğüm şahıs da telaşlı bir şekilde suya giriyor birkaç adım attıktan sonra tekrar geriye dönüyordu. En sonunda kıza ulaştı ama iş daha da kötü oldu. Çünkü kızcağız can havliyle babasına sarılınca, bu defa her ikisi de suya batıp çıkmaya başladı.

Ben daha fazla vakit kaybının her ikisinin de hayatlarına mal olacağını anlayınca, hemen kemerimi çıkardım. Bir ucunu Cafer'e verdim ve suya girdim. Lakin kazazedeler başlarda pek açıkta değilken, şimdi kıyıdan epeyce uzakta idiler. Ne kadar uzanmaya çalışsam da, elimi babanın eline yetiştiremedim. Neyse ki, bizim gibi gezmeye çıkmış olan bizden birkaç yaş büyük bir arkadaşımız durumu gördü. Kıyıdan Cafer'in elini tutarken, Caferle benim bağımı da kemer sağlıyordu. Son bir gayretle uzandım. Su burnuma kadar ulaşmıştı. Ayağımın altından taşların kaydığını, yer yer mile battığımı hissediyordum. Nihayet elinin ucundan tutuverdim ve olanca gücümle çektim babayı.

Yavaş yavaş daha sığlığa doğru ilerlerken, baba kendini emniyete alınca onu bıraktım ve kızı yakalayıp sudan dışarıya Caferle beraber çıkardım. Her ikisin de yüzünde ölümün kıyısından dönmüş olmanın o tuhaf şaşkınlığı ve korkusu rahatlıkla görülüyordu.

Her ikimiz de kazazedeleri kontrol ettik. İyi görünüyorlardı. Hatta bir iki dakika sonra, baba kızına bağırmaya başlamış, kız ağlamış ve arkalarına bile bakmadan öylece uzaklaşıp gitmişlerdi. Tek kelime etmeden. Yüzümüze bile bakmadan.

Cafer ve ben de tek kelime etmedik. Sadece birbirimizin yüzüne bakıp öylece durduk kısa bir süre. Daha sonra ıslak elbiselerimle, su dolu ayakkabımın içindeki suyu bile boşaltmadan öylece, grubun bulunduğu mekâna doğru yürüdük.

Tek kelime etmeden. Radyoyu kapatarak.

Bu hadise beni bayağı etkilemişti. Çünkü, insanın karakterinin en net olarak ortaya çıktığı zamanın, tehlike anlarında olduğunu çok iyi kavramıştım. Ve bu hâdise sonrasında, insanların karakterini kavrama hususunda bir meleke oluştuğunu hissettim kendimde.

Tuhaf ama öyle.

DURULMAK

7.03.2008


Son cemreyle beraber baharın eteklerinden de tutmuş olduk. Tomurcuklanan dalların görüntüsü, uykusundan yeni kalkmış bir güzelin mahmurluğu gibi tıpkı. Bazı şahısların güzelliği ilk uyanışında daha da ziyadeleşir. Bunu biliriz çoğumuz. Bahar da öyle. Tazelik ve güzellik, hem gözlerin hem kulakların ve dahi koku alma hassamızın bayram etmesine sebeb oluyor.


Tabiatın bu uyanışı nasıl ki biz insanlara müsbet tesirde bulunuyor, aslında her yeni halimizin de içimizde bir bahar tazeliğiyle uyanışları doğurması gerekir diye düşünüyorum.

Bu sebeble, son günlerde bakışımı içime çevirmeye karar verdim. Daha doğrusu bu işi daha da yoğunlaştırmak gerektiğine kani oldum yaşadığım bazı hadiseler sebebiyle. Ve gördüm ki, "nokta" ile temasımı kurduğum anda, tüm ağırlıkların üzerimden kalktığını hissettim. Üç gündür bu temrinleri yoğunlaştırarak yapmaya devam ediyorum ve biliyorum ki, çok fazla sabır gerekiyor.

Uzaklarda, ufkun hafif bulanık görüntüsü, yeşillenen tabiat ve sokakta oynayan çocukların bağırışmaları duyuluyor. Kuşların uçuşlarındaki değişimi gözlüyorum. Güneş semamızı terketmekte acele etmiyor.

Ve içimin ürpertisi, adını koyamadığım tuhaf bir hisle kendini iyice belli ediyor.


ALDANIŞLAR

3.03.2008

Aldanışların kurbanıyız hepimiz.


Külliyen aldanıştan ibaret olan dünyada, gözün gördüğünden ötesini görebilen kurtuluyor sadece.

Vicdan diye bildiğimiz hassanın son tutamağı olan ar duygusunun insanları hepten terkettiği şu günlerde, bile bile ve hatta hissiyle ve bilgisiyle donanmış olduğu halde, hâlâ insanın bu aldanışlar pazarında sermayesini berhevâ etmesini, hangi akılla, hangi izanla, hangi bilgelikle izah etmek gerekiyor acaba? Ya da en doğrusu, geçerli bir izahı var mıdır acaba bunun?

Bilginin bütün metâlardan daha kıymetli olmasının yanında, en değersiz ellerde bulunmasının garâbetini, hangi geçmişle, hangi kültürle izah edebiliriz?

Nesli belirsiz ucubelerin halk nazarında pek yüksek kıymetleri haiz olduğu vakıasını, hangi fikirle izah etmek mümkündür acaba?

Ve hatta böylesi şahıslarla karabet kurmak uğruna, yahut onu bir kerecik görmek uğruna, yahut bir an dahî olsa onun bedenine dokunmak uğruna binbir türlü fedâkarlıktan zerre miktarı çekinmeyen yığınların, aynı hassasiyetteki cehd ve gayretlerini, ulvî, millî, ahlâkî meselelerden esirgemelerini, hangi insanlık meziyyetine sığdırmak gerek acaba?

Aslındaki ve zâtındaki necaseti görmeden, kendini kerâmet menbaı ilan eden tıyneti bozuk şahısların kendi aldanışlarını bir nebze anlayış kefesinde dengesiz de olsa tartabilirsek de, bu tiplerin ardınca âdeta bir mürid edâsıyle ve yaşayışıyle hayatını adayan, ruhlarındaki ufunetin cesetlerine sirayet ettiği bir takım denî eşhâsın bu tavırlarını hangi akılla ve izanla izah etmek mümkün acaba?

"Bizi aldatan, bizden değildir", buyurulmuş. Aldatan aldandığı için aynı zamanda, aldanış içindekilerin de "bizden" olmadığını rahatlıkla anlayabiliyoruz bu kavil gereğince. Aldanmıştır aldatan, çünkü yaptığı tercih makbûl olan tercih değildir.

Günlük hâdiselerin dağdağasında yitip giden diri bakışların ferini alan, yine insanın kıymetsiz şeylere karşı yaptığı yanlış tercihlerdir. Bu tercihlerin doğurduğu hayatları sürenlerin; farkında olma, basiret hali gibi zenginliklerden de mahrum olmaları, hakikatten nasipsizlenmeleri talihsizliğine de düçâr olacaklarını anlamak gerekmektedir.

Halihazırdaki ahval üzre sürüp giden hayatların yalancılığının aynı zamanda hayli bulaşıcı nitelikte olduğunu da az bir dikkatle kolayca fehmedebiliriz. Bu sebeble, zikredilen tehlikeden berî olmak için, bol bol dua ile duru bir niyet içinde bulunmalıdır insan.

Aksi halde, hayatının tümü aldanışın kucağında geçtiği halde, farkına bile varamamış olmak, hiç de muhal değil.


Mahmut ÇETİN
03.03.2008 Kilis



Blog Widget by LinkWithin