FEEDJIT Live Traffic Feed

KADİR GECESİ VE BİR DUA

15.09.2009




Nereden ve ne zaman kaydettiğimi unuttuğum bir dua, bu gece için en güzel dua diye düşünüyorum. Elbette benim için bu fikir.


Güzeller güzeli Peygamberimiz (s.a.v.), Taif'e tebliğ için gidip de, hüsranla geri döndükleri vakit, o hüzünlü kalpleri ile Rabbine yakarışıdır bu dua.

"Allah'ım!
Kuvetimin tükendiğini sana arzediyorum.
Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük düştüğümü sana arzediyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Sensin ezilmişlerin Rabbi!
Sensin benim Rabbim!
Beni kimlerin eline bıraktın?
Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi?
Yoksa, davamı ipotek edecek bir düşmana mı?
Eğer sen bana gücenmedinse,
Kesinlikle bunlara aldırmıyorum.
Lâkin iyiliğin beni rahatlatacaktır.
Senin nuruna sığınırım;
karanlıkları aydınlatan nuruna,
dünya ve ahiretimi kurtaracak nuruna.
Gelecek gazabın, bana ulaşacak öfkenden
kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığınıyorum.
Yeter ki sen razı ol!
Güç ve kuvvet sendendir.
Yalnız senden.


GECENİN TÜM HAYRI VE BEREKETİ BÜTÜN ÖMRÜNÜZ BOYUNCA TÜM GÜZELLİKLERİYLE SİZLERİ SARIP SARMALASIN.


ÖPEN KİM TOKAT KİME?

14.09.2009

Çok kimsenin bildiğini düşündüğüm bir fıkra, ilk duyduğum zaman ben de gülmekten ziyade bu fıkrada ki keskin gözlem ve zekâya hayranlık hissi uyandırmıştı. Şöyledir:

Hareket halindeki bir trende her nasılsa bir subay, bu subayın emir eri, genç ve güzel bir kız ve kızın ninesi bulunmaktadır. Tren bir tünele girer. İş bu ya, ne trende ne tünelde zerre miktar ışık yok. Zifiri karanlık hüküm sürmekte. Trenin raylarda çıkardığı malum tıkırtı haricinde sessizlik vardır. Ancak bu sessizlik biraz sonra bir öpücük sesi ve ardından gelen bir tokat sesi ile bozulur.

Kompartımanda bulunan herkes yekdiğerinden şüphelenmekte ancak cesaret edip de ne olup bittiği sorulamamaktadır.

Genç ve güzel kız içinden şöyle konuşur: "Salak şey! Hem ninemi öptü, hem tokadı yedi."

Nine içinden şöyle konuşur: "Helâl olsun delikanlıya! Tokadı yedi ama, kızı da öptü."

Subay sinirli bir şekilde içinden şöyle konuşur: "Ulan şerefsiz asker! Kızı o öptü, tokadı ben yedim!"

Asker ise şeytani bir gülüş yüzünde, içinden şöyle konuşur: "Hem elimi öptüm, hem komutana tokadı bastım!"

Memleketin hâl-i pür melâlini izâhta bundan daha beliğ bir misâl olamaz.

Kim kimi öpmekte, kim kime tokadı basmakta belli değil. Öpen de, öpülme ümidinde olup ümidi boş çıkan da, yediği tokadı hiç de kabullenemese de sineye çekmek mecburiyetinde kalan da, bu memleketin mensubu şahıslar.

Hem hergün karşılaştığımız belki alış veriş yaptığımız, belki selam verip hal hatır sorduğumuz belki de bizzat kendi şahsımızdır. Tokada ses çıkarmadığımıza göre.

Yazık!

Genç kız sesini çıkarmadığına göre, belli ki iffet ve namus anlayışından bihaber yetişmiş. Aksi olsaydı, her ne hâlde olursa olsun, ses çıkarmasa bile o mekânı terketmeliydi. Ama kendisi yerine başkasının öpülmesini dert edinmiş.

Nine sesini çıkarmadığına göre ve dahî öpücük hadisesini tasvip edici fikredişi; bize onun da geçmişte bu mevzularda tecrübe sahibi olduğunu ve dolayısıyla ayni iffet ve namus noksanlığına düçâr oluşunu izhar etmekte.

Subay, bu kompartmandakilerin en şanssızı olduğu kadar ahlakî açıdan da en düşük durumda olanı. Çünkü, bir büyük olarak, bir idareci olarak kendi emniyeti altında addetmemiz gereken kimseler hakkında hiç de temiz duyguları olmadığını anlıyoruz. Öyle olmasa idi şayet, her ne olursa olsun, hadiseye bir şekilde müdahale etmesi elzem idi. Yediği tokadı sinesine çekmesi, fikren dahi olsa bed ahlâkının beyânı olmuştur.

"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır."

Haksızlığa susmak tarafını belli eder. Bunu âciz bir kadından, aklı bir karış havada genç kızdan, yahut cahil bir askerden beklemeyiz ancak; kıtalara, bölüklere kumanda eden, daha da ağırı, canlara hükmeden bir şahıstan beklememek de ancak safdîllik olur.

Askere gelince, onu ben biryerlere koyamadım.

Vakti gelince askerlik vazifesini yapan her Türk vatandaşı, nereye uygunsa oraya koysun bu asker şahsı.

Vesselam.


Mahmut ÇETİN
14.09.09 Kilis



İSTANBUL'DA AFET

9.09.2009

İstanbul afetle karşı karşıya.

Ne sözler ne ağıtlar ne isyanlar gidenleri geri getirmeyecek.

"ateş düştüğü yeri yakar" demiş büyükler...
doğru, lakin eksik...
ateş eğer düştüğü yerde kalırsa yakar...
ve eğer ateş düştüğü yerde ise ve yakıyorsa,
o ateşi söndürmeyenler
düştüğü yerde tutanlar
seyredenler
zannetmesin ki
kendileri berîdir yanmaktan.

bazen koca ormanları, koca şehirleri yakıp yok eden tek bir kıvılcımdır.

ateşin düştüğü yerden de muhakkak kıvılcımlar yükselir, sıçrar, yayılır en beklenmedik şekilde, zaman ve mekanda.

Selin götürdüğü canlar değil sadece. İnsanlığı da, merhameti de, vicdanı da, insafı da alıp götürdü. Can pazarında canlar çırpınırken bir yerde, öte yanda denaatin zirvesindeki insan kılığındaki mahlukların yağma peşine düşmeleri, bu toplumun geldiği son noktayı da göstermekte aynı zamanda.

Ne yüzde kızarma, ne çekinme var. Aksine şeytani sırıtışlar yüzlerde.

Benzer kansızlıklara 17 Ağustos depreminde de şahit olmuştuk. Hatta yaşayanlardan bizzat dinlediğim öyle hadiseler var ki, en ilkel kabilelerin dahî yüzünü kızartacak denaat ve rezillikte. Keza Erzincan depreminde kuyumcuların yıkılan dükkanlarından altınları yağmalayanlardan bazılarının, buna direnenleri boğazladıklarını, üzerine duvar yıkılmış can çekişen bir kadının kolundaki bilezikleri çıkararak almayı beceremeyince kolu kesip aldıklarını olayın şahitlerinden dinlemiştim vaktiyle.

Bu afetleri doğanın gazabı, doğanın intikamı diye adlandıran beyni sulanmışlar!

Bu insanın kendi elinin eseridir. Bu yağmurun, bulutun, zeminin, arzın öfkesinin değil; insanın alçalışının neticesinde ortaya çıkan hallerdir. Azıcık fikretme zahmetinde bulunanlar, bunun böyle olduğunu rahatlıkla anlayacaklardır.

Devletin acil durumlara müdahalesinin hâlâ yeterli olmadığını da gördük bu arada. Bunca felaketlerin ardından henüz olması gerektiği gibi müdahele edilememesinin, yarın karşı karşıya kalacağımız çok daha büyük (savaş gibi, ki pek uzakta olduğunu sanmıyorum) felaketlerin azabının ve kaybının çok daha derin olacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

Arama ve kurtarma ekiplerinin yanında inzibati ekiplerin de anında ve yeterli donanım ve eğitimle hemen oluşturulması ve bu tür hadiselerde en etkin şekilde hareket etmelerini sağlayacak eğitim, materyal, kanuni düzenlemeler gibi unsurların acilen hayatiyete geçirilmesi gerektiğini, bizi idare edenlerin bu satırları yazan şahıstan daha iyi bildiklerini söylemeye gerek yoktur.

Yağmacılara verilecek cezanın da, en ağır nisbette olması gerektiğini hatta mevcut kanunlarda uygun düzeltmeler ve değişiklikler yapılarak bu türden tıynetsizlere hayat hakkı tanınmaması gereketiğini de, insanlık ve vicdan ve ahlak ve millet namına talep etmenin, herkesin hakkı ve vazifesi olduğunu belirtmek yerinde olacaktır.

Canını kaybedenlere rahmet, cananını kaybedenlere de sabırlar dilerim.

Allah (c.c), bizi amellerimiz sebebiyle felaketlere düçâr kılmasın!
İçimizdeki beyinsizler sebebiyle bizleri helâk etmesin!
Sevdikleri hürmetine, ağzı süt kokan günahsız bebekler hürmetine, ism-i Rahim hürmetine,
bela ve musibetlerden muhafaza buyursun.

AMİN!

Blog Widget by LinkWithin